İdari İşlemin İptali Davası

İdare hukukunda iptal davası; idari yargı yolunda açılan ve idari işlemlerin hukuka uygunluğunun yargı yoluyla denetimini amaçlayan bir davadır. İptal davası, idari işlemlerin yetki, sebep, şekil, konu ve amaç yönlerinden biri ile hukuka aykırı olmaları nedeniyle menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılan bir idari dava türüdür.

İptali istenen idari işleminin niteliğine göre değişmek üzere iptal davalarına bakmakla görevli mahkemeler şunlardır:

İdare mahkemesi (İlk derece mahkemesi),
Vergi mahkemesi (İlk derece mahkemesi),
Bölge İdare Mahkemesi (İstinaf mahkemesi),
Danıştay (Temyiz mahkemesi ve bazı davalarda ilk derece mahkemesi).

İdari yargı, yerindelik denetimi yasağına aykırı bir şekilde ve idarenin takdir yetkisini kaldıracak şekilde karar veremez. İdari yargı yetkisi, idari eylem ve işlemlerin hukuka uygunluğunun denetimi ile sınırlıdır. İdari mahkemeler; yerindelik denetimi yapamazlar, yürütme görevinin kanunlarda gösterilen şekil ve esaslara uygun olarak yerine getirilmesini kısıtlayacak, idari eylem ve işlem niteliğinde veya idarenin takdir yetkisini kaldıracak biçimde yargı kararı veremezler (2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu m.2/2).

İptal Davası Açma Süresi Nedir?

İptal davası, işlemin tebliği veya niteliğine göre ilanından itibaren belli bir dava açma süresi içinde açılmalıdır. İptal davaları, işlemin niteliğine göre “genel dava açma süresi” ve “özel dava açma süresi” olmak üzere iki türdür:

Genel Dava Açma Süresi: İptal davası açma genel süresi, Danıştay ve idare mahkemelerinde 60 gün ve vergi mahkemelerinde 30 gündür. Bu süreler, hukuken zamanaşımı süresi değil, hak düşürücü süre niteliğindedir. Kural olarak tüm idari işlemlere karşı iptal davası açma süresi genel dava açma süreleridir.

Özel Dava Açma Süresi: İdari işlemlerin nitelikleri gereği özel yasalarda veya özel maddelerde, genel dava açma sürelerinin dışında ayrı dava açma süreleri öngörülebilir. Bu durumda genel dava açma süresi değil, idari işleme dair kanunda öngörülen özel dava açma süresi ne ise, o özel süre uygulanır. Ancak, özel dava açma süresinin uygulanabilmesi için idare tarafından yapılan işlemde özel dava açma süresi açıkça gösterilmelidir. Özel dava açma süresi idari işlemde açıkça gösterilmeyen hallerde, o idari işlem aleyhine genel dava açma süreleri içinde iptal davası açılabilir.

İptal davası açma süreleri şu şekilde işlemeye başlar (İYUK m.7):

İdari uyuşmazlıklarda; yazılı bildirimin yapıldığı, yani işlemin ilgilisine tebliğ edildiği tarhten itibaren dava açma süresi işlemeye başlar.

Vergi, resim ve harçlar ile benzeri mali yükümler ve bunların zam ve cezalarından doğan uyuşmazlıklarda; Tahakkuku tahsile bağlı olan vergilerde tahsilatın; tebliğ yapılan hallerde veya tebliğ yerine geçen işlemlerde tebliğin; tevkif yoluyla alınan vergilerde istihkak sahiplerine ödemenin; tescile bağlı vergilerde tescilin yapıldığı ve idarenin dava açması gereken konularda ise ilgili merci veya komisyon kararının idareye geldiği; tarihi izleyen günden itibaren dava açma süresi işlemeye başlar.

Adresleri belli olmayanlara özel kanunlarındaki hükümlere göre ilan yoluyla bildirim yapılan hallerde, özel kanununda aksine bir hüküm bulunmadıkça süre, son ilan tarihini izleyen günden itibaren onbeş gün sonra dava açma süresi işlemeye başlar.
İlanı gereken yönetmelik, tüzük, tebliğ gibi düzenleyici işlemlere karşı dava açma süresi, ilan tarihini izleyen günden itibaren başlar. Ancak bu işlemlerin uygulanması üzerine ilgililer, düzenleyici işlem veya uygulanan işlem yahut her ikisi aleyhine birden dava açabilirler. Düzenleyici işlemin iptal edilmemiş olması bu düzenlemeye dayalı işlemin iptaline engel olmaz. Örneğin, imar planı yapılarak ilan edilmesi bir düzenleyici işlemdir. İmar planına karşı ilan tarihinden itibaren 60 gün içerisinde dava açmayan kişi; imar planına dayanılarak kendisine ait arazide 5 yıl sonra imar uygulaması yapılması halinde, hem imar uygulamasına hem de imar planına karşı, imar uygulamasının tebliğ edildiği veya öğrenildiği tarihten itibaren 60 gün içinde iptal davası açabilir.

İdari işleme karşı üst makamlara başvurma halinde iptal davası açma süresi (İYUK m.11);

İlgililer tarafından idari dava açılmadan önce, idari işlemin kaldırılması, geri alınması, değiştirilmesi veya yeni bir işlem yapılması üst makamdan, üst makam yoksa işlemi yapmış olan makamdan, idari dava açma süresi içinde istenebilir. Bu başvurma, işlemeye başlamış olan idari dava açma süresini durdurur.

Altmış gün içinde bir cevap verilmezse istek reddedilmiş sayılır (Zımni red).

İsteğin reddedilmesi veya reddedilmiş sayılması halinde dava açma süresi yeniden işlemeye başlar ve başvurma tarihine kadar geçmiş süre de hesaba katılır.

Örneğin, ilçe belediyesinin yaptığı bir idari işlemin 01.01.2018 tarihinde kendisine tebliğ edilmesi üzerine, işleme karşı üst makam olan Büyükşehir Belediyesine 21.01.2018 tarihinde itiraz eden kişinin itirazı Büyükşehir belediyesi tarafından 01.03.2018 tarihinde reddedilmiş olsun. Bu halde, üst makamın red tarihinden itibaren 60 günden kalan dava açma süresi işlemeye devam edecektir. Yani, işlemin tebliği tarihinden itiraz tarihi olan 21.01.2018 tarihine kadar işleyen 20 gün, 60 günlük dava açma süresinden düşülür, geri kalan 40 günlük dava açma süresi üst makamın red tarihi olan 01.03.2018 tarihinden itibaren işlemye başlar.

İdari makamlara bir işlem veya eylem yapılması için başvurulması halinde iptal davası açma süresi (İYUK m.10);

Henüz iptal davasına konu olabilecek bir idari işlem yok iken veya var olmasına rağmen ilgilinin bilgisi yoksa; ilgili kişi idareye bir dilekçeyle başvurarak bir işlem veya eylem yapılmasını talep edebilir.

60 gün içinde bir cevap verilmezse istek reddedilmiş sayılır. İdare hukukunda bu duruma “zımni red” denilmektedir. Zımni red halinde ilgililer 60 günlük cevap süresinin bittiği tarihten itibaren dava açma süresi içinde (yani ikinci bir 60 gün içinde), konusuna göre Danıştaya, idare ve vergi mahkemelerine dava açabilirler. Yani, isteğin reddedilmiş sayılması halinde dava açma süresi, dilekçenin verildiği tarihten itibaren 120 gün geçmesiyle hak düşürücü süreye uğrar.

Özellikle belirtelim ki, 60 günlük süre içinde idarece cevap verilmesine rağmen, verilen cevap kesin değilse ilgili bu cevabı isteminin reddi sayarak dava açabileceği gibi, kesin cevabı da bekleyebilir. İlgilinin kesin cevabı beklediği hallerde dava açma süresi işlemez. Ancak, bekleme süresi başvuru tarihinden itibaren 6 ayı geçemez.

Dava açılmaması veya davanın süreden reddi hallerinde, altmış günlük sürenin bitmesinden sonra yetkili idarî makamlarca cevap verilirse, cevabın tebliğinden itibaren altmış gün içinde dava açabilirler. Örneğin, idare kendisine 01.2.2018 tarihinde dilekçeyle yapılan başvuruya 60 gün içinde cevap vermemiş ve sonraki 60 günlük dava açma süresi içinde dava açılmamış olsun. İdare, 5 ay sonra 01.07.2018 tarihinde yapılan başvuruya cevap verdiğinde, cevabın tebliğ tarihinden itibaren 60 günlük ek bir dava açma süresi işlemeye başlar.
İptal Davasına Konu Edilebilen İdari İşlemlerin Özellikleri

İdari işlem, kamu idarelerinin kamu hizmetinin yerine getirilmesinde, kamu otoritesini kullanarak tek taraflı yaptıkları işlemlerdir. İptal davasına konu edilebilecek idari işlemler şu özelliklere sahiptir.

İdari işlem, kamu idaresinin işlemi olmalıdır.

İdari işlemin iptal davasına konu olabilmesi için kamu hizmetinin yürütülmesi amacıyla tesis edilmesi gerekir. Kamu hizmeti, kamu idaresininn toplumun ortak ve sürekli ihtiyaçlarını karşılamak için bizzat veya özel hukuk tüzel kişileri aracılığıyla yaptığı faaliyetlere denilmektedir.

Kamu idaresinin tek taraflı irade açıklamasına dayanılarak tesis edilen bir idari işlem olmalıdır. İdari işlemin en belirgin özelliği, ilgilinin isteğine bağlı olmaksızın, idarenin tek taraflı iradesi ile ilgilinin hukuksal durumuna etki yapabilmesidir.
İdari işlemin iptal davasına konu olabilmesi için gerekli en önemli özelliği, “kesin” ve “icrai” nitelikte bir işlem olmasıdır.

İdari işlemler; genel olarak bireysel işlemler ve düzenleyici işlemler olmak üzere ikiye ayrılırlar. Bireysel işlemler, doğrudan kişilerin menfaatini etkileyen, onun hukukunu ilgilendiren işlemlerdir. Düzenleyici işlemler ise, idarenin düzeni ve işleyişini sağlamak için kamu idaresi tarafından tanzim edilen yönetmelik, tüzük, genelge, tebliğ, yönerge gibi işlemlerdir. Düzenleyici işlemlere karşı iptal davası, doğrudan Danıştay’da açılabilir.

Düzenleyici İşlemin Hukuki Mahiyeti: Düzenleyici işlemler; sürekli, nesnel ( objektif ), soyut ve genel nitelikte hukuk kurulları koyan, bu kuralları değiştiren veya kaldıran idari işlemlerdir. Yasama organının yasama tasarrufları dışında idare, Anayasa ve yasal düzenlemelerden aldığı yetki ile kural koyma, düzenleme yapma yetkisine sahiptir.
Düzenleme yetkisini kullanarak tüzük, yönetmelik, genelge gibi düzenleyici işlemleri yapan idarenin bir işleminin “düzenleyici” nitelik taşıdığının kabul edilebilmesi için, söz konusu işlemin sürekli, soyut, nesnel, genel durumları belirleyen ve gösteren hükümler içermesi, bir başka anlatımla, belirtilen nitelikte kurallar koymuş olması gerekmektedir. “Kural işlemler” (diğer bir adıyla “genel düzenleyici işlemler”), yukarıda da değinildiği üzere, üst hukuk normuna uygun olarak hukuk düzenine yeni kural getiren, ya da var olan bir kuralı değiştiren veya kaldıran işlemlerdir. Öte yandan, bazı idari işlemlerin “genel” olmalarına karşın, düzenleyici işlem niteliğinde olmadıklarını da belirtmek gerekir. Bir işlemin kural (düzenleme) olup olmadığı, salt bunları hazırlayanların niteliklerine göre değil, bu işlemlerin içerikleri ve doğurdukları hukuksal sonuçlar da gözönünde bulundurulmak suretiyle saptanmalıdır (D12 – K:2014/5994).

İptal Davası Açma Ehliyeti ve Menfaat İhlali Kavramı

İdari mahkemelerde iptal davası açan gerçek veya tüzel kişinin dava açma ehliyetine sahip olması gerekir. İptal davası açılabilmesi için, davacının medeni hakları kullanma ehliyetine sahip olması yeterli değildir. İdari davalarda dava açma ehliyeti, dava konusu edilecek işlem ile dava açacak kişi arasında belli ölçütler içinde “menfaat ilişkisinin” varlığını ifade etmektedir. İdare hukukunda, bu menfaat ilişkisine “subjektif ehliyet” de denilmektedir. İptal davası açan kişinin idari işlem nedeniyle “menfaatinin ihlali” söz konusu değilse, açılan dava, subjektif dava ehliyetinin yokluğu gerekçesiyle reddedilir.

İdari dava açma ehliyeti, somut menfaat ihlali olgusunun niteliğine göre üç kategori halinde değerlendirilmektedir:

Kişilerin açtığı dar kişisel menfaaat ihlali nedeniyle iptal davası açma ehliyeti,
Tüm toplumu ilgilendiren konularda iptal davası açma ehliyeti,
İdarenin kollektif işlemlerine katılanların iptal davası açma ehliyeti.
Bireysel İşlemlere Karşı İptal Davalarında Dava Açma Ehliyeti

Menfaat ihlali, hak ihlali kavramından daha geniş kapsamlı olup; maddi veya manevi bir zararı bulunmasa dahi ilgiliye dava açma hakkı vermektedir. Genel olarak davacının idari işlemle “ciddi ve makul”, “maddi” ve “manevi” bir ilişkisinin varlığı, iptal davası açma ehliyeti için yeterli görülmektedir. Menfaat ilişkisinin kurulmasında temel olarak; “kişisel”, “meşru” ve “güncel” bir menfaatin varlığı aranmaktadır:

Meşru Menfaat: İptal davası açan kişi ile idari işlem arasında hukuken kabul edilebilir, dinlenilebilir veya korunmaya değer bir ilginin varlığıdır.

Kişisel Menfaat: İdari işlemin, iptal davası açan kişinin hukukunu etkilemesi, diğer bir deyişle kişi açısından hukuk dünyasında bir netice meydana getirmesidir.

Güncel Menfaat: işlemin kişi üzerindeki hukuki etkisinin doğmak üzere olmasını veya halihazırda devam etmesini, işlemin uygulanabilir niteliğini yitirmemesini ifade etmektedir.

Özellikle belirtelim ki; gelecekte gerçekleşecek muhtemel menfaat ilgisi, kişilere iptal davası açma hakkı vermez. İdari mahkemeler, her somut olayın özelliklerine göre menfaat ilişkisinin kurulup kurulmadığını araştırır.

Tüm Toplumu İlgilendiren Konularda Dava Açma Ehliyeti

Menfaat ihlali şartı, toplumu ilgilendiren konularda daha geniş yorumlanmaktadır. Yargısal uygulamada; çevre, tarihi ve kültürel değerlerin korunması, imar uygulamaları gibi kamu yararını yakından ilgilendiren konularda daha geniş bir kesimin iptala davası açma ehliyetine sahip olduğunu kabul edilmektedir. Bu nedenle, Danıştay, toplumun tümünü veya belli kesimlerini ilgilendiren konularda menfaati ihlal edilen kişiler ile birlikte meslek kuruluşları, odalar, barolar dernekler vb. kuruluşların da iptal davası açma ehliyetine sahip olduğunu yerleşik içtihat haline getirmiştir. Örneğin, çevresine nükleer santral yapılan bir köylünün, nükleer santral kurulmasına ilişkin idari karara karşı iptal davası açma hakkı olduğu gibi, o yörenin çevre dernekleri de iptal davası açabilir.

Tekraren vurgulayalım ki; idari işlem Türkiye genelinde etkiye sahipse veya vatandaşların genel ve ortak menfaatini ilgilendiriyorsa her yurttaşın iptal davası açma ehliyeti vardır.

Kollektif İşlemlerde Dava Açma Ehliyeti

Birden fazla kişinin ortak iradeleriyle karar alınarak idari işlem tesis edilmesi de mümkündür. Örneğin, belediye meclisleri tüm meclis üyelerinin salt çoğunluğunun oyuyla karar almaktadır. Bu şekildeki işlemlere idare hukukunda “kollektif işlem” denilmektedir.

Kollektif işlemlerde, işleme katılan kişiler işlemin iptali davası açmak istediklerinde katıldıkları idari işleme/karara muhalif kalmaları gerekir. Yani, kollektif alınan karara muhalif kaldıkları karardan anlaşılmalıdır. Örneğin, belediye meclis üyesinin imar planı değişikliği aleyhine oy kullanarak muhalif kaldığı karardan anlaşılıyorsa, muhalif kalan bu üyenin iptal davası açma ehliyeti vardır.

Özellikle belirtelim ki; kollektif işlemlerde karara muhalif kalan üyelerin tutanağa geçirilmesinin zorunluluktur. Kollektif işlemlere katılma yetkisi olduğu halde kararın alındığı toplantıya katılmayan veya katılsa bile muhalif kaldığını şerh düşmeyen yetkili kişiler, o karara karşı iptal davası açma ehliyetine sahip değildir.

İptal Davası Açma Sebepleri Nelerdir?

İdari işlemlere karşı iptal davası; işlemlerin yetki, şekil, sebep, konu açısından hukuka aykırı olmaları halinde açılabilir. Hukuka aykırı işlemler şu şekilde tespit edilir:

Yetki Bakımından Hukuka Aykırı İdari İşlemler: İdari makamlar, kanunun açıkça yetki vermediği bir idari işlemi yapamazlar. İdare hukukunda idarenin “yetkisizliği” asıl, yetkisi ise istisna olarak kabul edilir. Yetkisiz bir iadari makam tarafından yapılan idari işlemin daha sonra yetkili makam tarafından kabul edilmiş olması dahi, hukuka aykırı idari işleme hukukilik kazandırmaz. İdari işlemlerin yetki bakımından hukuka aykırılığı tespit edilirken şu hususlara dikkat edilmelidir.

Her idari birimin yetkisi bir coğrafi alan ile sınırlıdır. İdarenin yetkili olduğu yer dışında kalan alanlarda işlem yapması mümkün değildir. Örneğin, A belediyesi B beldiyesinin sınırları içinde kalan bir yerde çevre düzenlemesi yapamaz. Örneğin, Ankara’da görevli olan bir polis memurunun maç için geçici olarak İstanbul’da yaptığı görev nedeniyle disiplin suçu işlediği iddia edildiğinde; İstanbul Polis İl Disiplin Kurulu disiplin cezası vermeye yetkili değildir. Çünkü, polis memuru Ankara İl Emniyet Müdürlüğü’nün kadrosundadır. Disiplin cezası vermeye yetkili yer Ankara Polis İl Disiplin Kurulu’dur.

Bazı durumlarda idari kurumun işlem yapma yetkisi, belli bir zaman dilimi ile sınırlandırılmıştır. İlgili idare işlem yapma yetkisini belirlenen sürede kullanmadığı takdirde, yapılan işlem hukuka aykırı hale gelir.

İdari işlemler ast üstün; üst de astın yetkisine giren bir işlemi yapamaz. Her ne kadar üstün astı denetleme ve yönelndirme yetkisi varsa da onun yerine geçerek işlem yapamaz. Örneğin, kaymakam valinin yetkisine giren bir işlem tesis edemeyeceği gibi, vali de kaymakam yerine geçecek biçimde onun yetkisine giren bir konuda işlem yapamaz.

Bir idari merci başka bir idari merciin yetkisine giren bir konuda işlem yapamayacağı gibi, aynı idari mercinin bir oraganı da başka bir organının sahip olduğu yetkiyi kullanarak işlem yapamaz. Örneğin, imar müdürlüğü, belediye encümenine ait olan imar uygulaması yapma yetkisini kullanarak arazide imar uygulaması yapamaz.

Usulde paralellik ilkesi gereği, bir idari işlemi hangi kurum yapmışsa işlemde değişiklik yapma, kaldırma veya geri alma yetkisi de o kuruma aittir. İşlemde değişiklik yapılırken veya geri alınırken bu ilkeye uyulmaması işlemin iptali nedenidir. Örneğin, atanması bir bakanlık tarafından yapılan bir memurun görevine valilikçe son verilmesi halinde işlem yetki bakımından hukuka aykırıdır.

İdarenin yetki alanına girmeyen yasama veya yargı yetkisi kapsamında olan bir konuda idare işlem yapılması hukuka aykırıdır. Örneğin, vergi koyma ve miktarını belirleme yetkisi yasama organına aittir, idare bu konuyla ilgili idari işlem tesis edemez. İdareninin kanun ile düzenlenmesi gereken bir konuda yönetmelik, genelge, tüzük gibi düzenleyici işlemler yapma yetkisi yoktur. Örneğin, Adalet Bakanlığı ceza yargılaması usulü ile ilgili kurallar koyamaz. Çünkü, ceza yargılaması 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu ile yapılmakatadır.

İdare hukukunda kamu hizmetlerinin kesintisiz ve düzenli yerine getirilebilmesi için, imza devri veya vekalet verme yönteminin kullanılması kabul edilmektedir. Ancak, imza yetkisinin devri veya vekalet verme işleminin devri için yasada açık hüküm bulunmalıdır. Yasada açık hüküm olmadan yapılan imza yetkisi devri veya vekalet işlemine dayanarak yapılan tüm idari işlemler hukuka aykırıdır. ürkiye’de imza yetkisinin devri veya vekalet verme “OLUR” şeklinde bir işlemle yapılmaktadır.

Şekil Bakımından Hukuka Aykırı İdari İşlem: Tüm idari işlemler belirli biçim şartlarına uyarak tesis edilirler. İdari işlemin hukuki geçerlilik kazanabilmesi için yasa, tüzük yönetmelik gibi mevzuatta öngörülen biçim koşullarına uygun yapılması gerekir. İdari işlem yapılırken ön bir karar alınması veya bir görüş alınması gerekiyorsa, bu aşama atlanarak yapılan işlem hukuka aykırı hale gelir.

Örneğin, üniversteye araştırma görevlisi kadrosu için başvuran akademisyenin talebi, ilgili anabilim dalının görüşü alınmadan reddedilmişse, yapılan işlem hukuka aykırı olup iptal edilmesi gerekir. İdari işlem tesis edilmeden önce, işlemden etkilenecek kişinin savunmasının alınması şartı varsa, mutlaka savunma alınarak karar verilmelidir. Örneğin, memurlar ve diğer kamu görevlileri hakkında savunma hakkı tanınmadan disiplin cezası verilemez (Anayasa m.129). Bu kurala aykırı bir biçimde savunma alınmadan disiplin cezası verilen memur hakkındaki işlem iptal edilir.

Sebep Yönünden Hukuka Aykırı İdari İşlem: İdari işlemlerde sebep; idarenin, idari işlemi yapma gerekçesi, idari işlemi yaparken hangi kamusal hizmet veya gerekliliği göz önüne alarak işlem yaptığıdır. İşlem takdir yetkisinin kullanımına dayalı olsa bile sebepsiz yapılamaz. Çünkü, sebebi olmayan idari işlemin kamu yararına olup olmadığı denetlenemez. İdari işlemin dayandığı sebep hukuka ve idarenin açıkladığı sebepler gerçeğe aykırı ise idari mahkemeler işlemin iptali kararı verir. Örneğin, bir gösteri yürüyüşüne katılan memurun gözaltına alındığının öğrenilmesi üzerine, idare tarafından “politik faaliyetlere katılmak” sebebiyle görevine son verilmesi halinde, idari işlemin sebep unsur yönünden hukuka aykırı olmasına yol açar. Çünkü, 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nda ve yönetmeliklerde memuriyetten çıkarılma nedenleri arasında “polititik faaliyetlere katılmak” gibi genel bir neden mevcut değildir.

Konu Nedeniyle Hukuka Aykırı İdari İşlem: İdari işlemin konusu; o idari işlemin meydana getireceği hukuki neticedir. Örneğin, kamulaştırma işleminin konusu, bir kimseye ait gayrimenkul mülkiyetinin bedeli karşılığında idareye geçirilmesidir. Konu bakımından hukuka aykırılık, esasa ilişkin hukuk kuralının yanlış veya eksik uygulanması ile ortaya çıkar. İdare, bazı durumlarda açık olan hukuk kurallarını yerine getirmek istemez. Örneğin, İstanbul’daki bazı belediyeler yürütmenin durdurulması kararlarını ya eksik yerine getirmekte ya da hiç yerine getirmemektedirler. Bu gibi durumlarda yapılan işlem konu bakımından hukuka aykırıdır. Kanuni dayanağı olmadan idari işlemlerle kişilere ek sorumluluklar getirilemez. Örneğin, marketlere belli miktarda mal stoku bulundurma zorunluluğu getiren belediyenin işlemi konu bakımından hukuka aykırıdır. İdare, kanunun açıkça yasakladığı konularda idari karar alarak işlem yapamaz. Örneğin, herhangi bir Bakanlık bünyesindeki memurların siyasi parti üyeliğine izin verilmesine karar veremez. Belli kesimler veya belli durumda olan kişiler için çıkarılan kurallar genişletilerek, kıyas yoluyla benzer durumda olanlara veya başkalarına uygulanamaz. Aksi takdirde,idari işlem konu bakımından hukuka aykırı hale gelir. Örneğin, muhasebe bürolarının kat mülkiyetine tabi yerlerde faaliyet göstermesine ilişkin esasları düzenleyen kurallar genişleterek avukat ofislerine uygulanamaz.,

Amaç Yönünden Hukuka Aykırı İdari İşlem: İdare hukukunda tüm idari işlemelerin genel amacı “kamu yararı” olarak ifade edilir. Ancak, kanunlar bu genel amacın dışında özel bazı amaçlar için de idari işlem tesis edilmesini gerektirebilir. İster genel amaçla isterse kanunun öngördüğü özel amaçla yapılmış olsun, tüm idari işlemlerin amaç bakımından hukuka uygun yapılması gerekir. Kamu yararı genel amacına veya o işlem için kanunla belirlenmiş özel amaca aykırı yapılan işlemler, amaç yönünden hukuka aykırı idari işlem olarak kabul edilir. Özellikle belirtelim ki, işlemin amaç yöününden hukuka aykırı olduğunun davacı tarafından ileri sürülmesi gerekir. Aksi takdirde, idari mahkemeler işlemin amaç yönünden hukuka aykırı olup olmadığını değerlendirme konusu yapmaz.

Yürütmenin Durdurulması Kararı

İdari işlemin iptali davasının en önemli unsuru tedbir mahiyetindeki yürütmenin durdurulması kararıdır. Yürütmenin durdurulması kararı, aleyhine iptal davası açılan işlemin idare tarafından davanın sonuçlanması beklenmeden uygulanması halinde kişilerin zarara uğramasını engellemek amacıyla verilen geçici nitelikte bir karardır.

Danıştay, vergi veya idare mahkemesinde dava açılması dava edilen idari işlemin yürütülmesini durdurmaz (İYUK m.27). Yürütmenin durdurulması davacı tarafından ayrıca talep edilmelidir. Yürütmenin durdurulması kararı verilen dava dosyaları öncelikle incelenir ve karara bağlanır. Yürütmenin durdurulması kararı verilebilmesi için kanunun aradığı şu iki şartın birlikte gerçekleşmesi gerekir (İdari Yargılama Usulü Kanunu m.27):

İdari işlemin uygulanması halinde giderilmesi güç veya olanaksız zararların doğması,
idari işlemin açıkça hukuka aykırı olması.

Yukarıdaki iki şartın birlikte gerçekleşmesi halinde davalı idarenin savunması alındıktan veya savunma süresi geçtikten sonra, mahkeme tarafından gerekçe göstererek yürütmenin durdurulmasına karar verebilirler.

Uygulanmakla etkisi tükenecek olan idari işlemlerin yürütülmesi, savunma alındıktan sonra yeniden karar verilmek üzere, idarenin savunması alınmaksızın da durdurulabilir. Ancak, kamu görevlileri hakkında tesis edilen atama, naklen atama, görev ve unvan değişikliği, geçici veya sürekli görevlendirmelere ilişkin idari işlemler, uygulanmakla etkisi tükenecek olan idari işlemlerden sayılmaz. Yürütmenin durdurulması kararlarında idari işlemin hangi gerekçelerle hukuka açıkça aykırı olduğu ve işlemin uygulanması halinde doğacak telafisi güç veya imkânsız zararların neler olduğunun belirtilmesi zorunludur. Sadece ilgili kanun hükmünün iptali istemiyle Anayasa Mahkemesine başvurulduğu gerekçesiyle yürütmenin durdurulması kararı verilemez (İYUK m.27/2).

Dava dilekçesi ve eklerinden yürütmenin durdurulması isteminin yerinde olmadığı anlaşılırsa, davalı idarenin savunması alınmaksızın istem reddedilebilir (İYUK m.27/3).

Vergi mahkemelerinde, vergi uyuşmazlıklarından doğan davaların açılması, tarh edilen vergi, resim ve harçlar ile benzeri malî yükümlerin ve bunların zam ve cezalarının dava konusu edilen bölümünün tahsil işlemlerini durdurur. Ancak, 26. maddenin 3. fıkrasına göre işlemden kaldırılan vergi davası dosyalarında tahsil işlemi devam eder. Bu şekilde işlemden kaldırılan dosyanın yeniden işleme konulması ile ihtirazı kayıtla verilen beyannameler üzerine yapılan işlemlerle tahsilat işlemlerinden dolayı açılan davalar, tahsil işlemini durdurmaz. Bunlar hakkında yürütmenin durdurulması istenebilir.(İYUK m.27/4).

Yürütmenin durdurulması istemli davalarda 16. maddede yazılı süreler kısaltılabileceği gibi, tebliğin memur eliyle yapılmasına da karar verilebilir (İYUK m.27/5).

Yürütmenin Durudurulması veya Durdurulmasının Reddi Kararına İtiraz: Yürütmenin durdurulması istemleri hakkında verilen kararlar; Danıştay dava dairelerince verilmişse konusuna göre İdarî veya Vergi Dava Daireleri Genel Kurullarına, bölge idare mahkemesi kararlarına karşı en yakın bölge idare mahkemesine, idare ve vergi mahkemeleri ile tek hâkim tarafından verilen kararlara karşı bölge idare mahkemesine kararın tebliğini izleyen günden itibaren yedi gün içinde bir defaya mahsus olmak üzere itiraz edilebilir. İtiraz edilen merciler dosyanın kendisine gelişinden itibaren yedi gün içinde karar vermek zorundadır. İtiraz üzerine verilen kararlar kesindir (İYUK m.27/7).

Aynı sebeplere dayanılarak ikinci kez yürütmenin durdurulması isteminde bulunulamaz (İYUK m.27/10).

İdari İşlemlerin İptali Kararının Sonuçları

İdari işlemin iptal edilmesiyle birlikte, idari işlem tesis edildiği andan başlamak üzere tüm sonuçlarıyla birlikte geçmişe etkili bir biçimde yürürlükten kalkar. İptal edilen idari işlem, dava açmasalar bile aynı konuyla ilgili herkes açsından iptal edilmiş olur.

İptal davası ile idari işlemin hukukiliği, yani hukuka uygun olup olmadığı tartışılır. İdari yargı yerlerinin denetim yetkisi (2577 sayılı Kanun m.2), kanunların idari makamlara bıraktığı yetkilerin kullanımının hukuka uygun olup olmadığının araştırılmasını kapsar; yoksa söz konusu yetkilerin idari yargı tarafından kullanılması sonucunu yaratmaz. Bu bakımdan idari işlemlere (bireysel ya da düzenleyici) yönelik yargı denetimi, bu işlemlerin Anayasa ve hukukun genel ilkelerine, yasa, tüzük ve yönetmelik hükümleri ile yargısal içtihatlara uygun olup olmadığının denetlenmesidir. İdarelerin belirli bir kamu hizmetinin etkili ve verimli bir biçimde yürütülmesi, kamu yararının somut biçimde ortaya konulması için birden çok seçenekten birisini tercihte takdir yetkisine sahip olmaları halinde yapılacak yargısal denetim, idarenin tercih ettiği seçeneğin ve bunun uygulanmasının hukuka uygun olup olmadığının araştırılması ve saptanması ile sınırlanmıştır. İdari yargının idareyi bu seçeneklerden birisini tercihe zorlayacak ya da belli bir yönde işlem ve eylem tesisine zorunlu kılacak biçimde yargı kararı vermeleri halinde, hukuka uygunluk denetimi aşılarak yerindelik denetimi yapılmış olacaktır. (D17-K.2016/1040). Yerindelik denetimi hukuka aykırı olup idari yargı yetkisinin kapsamı dışındadır.

İptal Davası ile Tam Yargı Davası Arasındaki Fark Nedir?

Tam yargı davası, idari işlemin yol açtığı zararların idare tarafından tazminin sağlanması için açılan bir idari dava türüdür. Tam yargı davası, idareye karşı açılan bir tazminat davası olarak kabul edilmektedir. İptal davası ise, sadece idari işlemin ortadan kaldırılması amacıyla açılan bir davadır.

İdari işleme karşı iptal davasıyla birlikte zararların karşılanması talebiyle tam yargı davası açılabilir. İdari işlem nedeniyle zarara uğrayan kişi önce iptal davası açarak iptal davası kararının kesinleşmesinden itibaren 60 gün içinde tam yargı davası açabilir. (İYUK m.12).

İptal Davaları Danıştay Kararları

Memurun Mazeretsiz İşe Gelmemesi Nedeniyle Çekilmiş Sayılması Kararının İptali

Memur olarak görev yapan davacının, 23.09.2010 tarihinden itibaren görevine gelmediğinden bahisle 657 Sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun 94. maddesi uyarınca çekilmiş sayılmasına dair 13.10.2010 tarihli işlemin iptali ile açıkta kaldığı sürelere ait aylık ve diğer parasal haklarının yasal faiziyle birlikte ödenmesine karar verilmesi istemiyle açılan davada; dava dosyasına sunulan bilgi ve belgelerden, davacının göreve gelmediği günlere dair usulüne uygun alınmış bir raporun bulunması karşısında, davacının görevinden çekilmiş sayılmasına neden olan özürsüz ve mazeretsiz olarak işe gelmeme fiilinin oluşmadığı açık olup, salt bu raporun hastalık iznine dönüştürülmemesi sebebiyle görevden çekilmiş sayılması yönünde tesis edilen işlemde hukuka ve hakkaniyete uyarlık bulunmadığı gerekçesiyle davaya konu işlemin iptali ve hesaplanacak maddi kayıpların yasal faiziyle birlikte ödenmesi yolunda Mersin 2. İdare Mahkemesince verilen karar hukuka uygundur (Danıştay 12. Daire – Karar: 2017/128).

Özel Dava Açma Süresinin İdari İşlemde Gösterilmiş Olması

Uyuşmazlıkta; davaya konu işlemin, davacı şirkete 30.05.2013 tarihinde tebliğ edildiği, söz konusu işlemde, 2872 Sayılı Kanun’un 25. maddesinde düzenlenmiş olan özel dava açma süresinin, yani işlemin tebliğ tarihinden itibaren 30 gün içinde İdare Mahkemesinde dava açılabileceğinin açıkça belirtildiği, anılan Yasa hükmünde, 2577 Sayılı Kanun’un 8. maddesinde yer verilen genel kuralın aksine, dava açma süresinin, işlemin tebliğ tarihini izleyen günden itibaren işlemeye başladığı yönünde bir düzenlemeye ise yer verilmediği dikkate alındığında, otuz günlük özel dava açma süresinin hesabında, işlemin tebliğ edildiği günün de dikkate alınması gerekmektedir.

Bu durumda; davacı şirkete 30.05.2013 tarihinde tebliğ edilen ve içeriğinde özel dava açma süresi de açıkça belirtilmiş olan davaya konu işleme karşı, bu tarihten başlamak üzere 30 gün içinde ve en son 28.06.2013 (Cuma) tarihi mesai bitimine kadar dava açılması gerekirken, bu süre dolduktan sonra, 01.07.2013 (Pazartesi) tarihinde açılan davada süre aşımı bulunduğundan, davanın süre aşımı sebebiyle reddi yolunda verilen Mahkeme kararında sonucu itibarıyla hukuki isabetsizlik görülmemiştir (Danıştay 14. Dairesi -Karar: 2016/669).

İdari İşlemin İcrası ve İptal Davası Açma Süresi

Dava; Hastanesinde intaniye uzmanı doktor olarak görev yapmakta olan davacının, 2010 yılı Ocak – Eylül ayları arasındaki dönemde, yersiz olarak 14.591,39 TL döner sermaye ek ödemesi yapıldığı gerekçesiyle, söz konusu tutarın tahsiline dair işlemin iptali ile söz konusu tutarın ödenmemesine karar verilmesi istemiyle açılmıştır.

Danıştay Onbirinci Dairesinin 20.06.2013 günlü, E:2012/8778, K:2013/6796 Sayılı kararında açıklandığı üzere, davacıya fazla yapıldığı ileri sürülen döner sermaye ek ödemesinin tahsiline dair kararın 23.12.2010 tarihinde davacıya tebliğ edildiği, ancak fazla ödenen miktarın davacının 2011 yılı Ocak ayı döner sermaye ek ödemesi tutarından 1.796,87 -TL; Şubat ayı döner sermaye ek ödemesi tutarından ise 1.178,15 TL’nin tahsil edilmeye başlandığı anlaşıldığından, borç çıkarma işleminin icrası niteliğinde olan her bir kesinti işleminden itibaren, 2577 Sayılı Kanun’un 12. maddesi uyarınca, 60 günlük yeni bir dava açma süresinin başladığının kabulü gerektiğinden 04.03.2011 tarihinde açılan davanın mahkemece süre yönünden reddine karar verilmesinde hukuki isabet görülmemiştir. (DANIŞTAY İDARİ DAVA DAİRELERİ GENEL KURULU – Karar: 2016/64).

Birlik ve Odaların İptal Davası Açma Ehliyeti

Türk Tabipleri Birliği ve tabip odalarının, tabiplik mesleğini ve tabipleri ilgilendiren yönetsel işlemlerin iptali istemiyle dava açabilecekleri, Danıştay tarafından pek çok davada kabul edilmiştir. Tabiplerin mesleki hak ve menfaatlerinin korunması ve geliştirilmesi için kurulan Birliğin, Sağlık Bakanlığı’na bağlı eğitim ve araştırma hastanelerindeki klinik şef ve şef yardımcılığı kadrolarına yapılan atamaların dayanağını oluşturan Yasa hükmünün Anayasa Mahkemesi’nce yürürlüğünün durdurulmasıyla ortaya çıkan ve söz konusu atamaların dayanağı Yasa hükmünün Anayasaya aykırı olduğunun saptanmasına ilişkin yeni hukuki durum üzerine, tabiplik mesleğini ilgilendiren bu atamaların iptali istemiyle Sağlık Bakanlığı’na yaptığı başvurunun cevap verilmemek suretiyle reddine ilişkin işlemin Birlik mensuplarının mesleki çıkarlarını ve Birlik tüzel kişiliğini ilgilendirdiğinde kuşku bulunmamaktadır.
Tabipliğin kamu ve kişi yararına uygulanıp geliştirilmesini sağlamak, üyelerinin menfaatiyle kamu yararını denkleştirmekle görevli Türk Tabipleri Birliğinin, kimi profesör ve doçentlerin klinik şef ve şef yardımcılığı kadrolarına atanmalarının dayanağını oluşturan Yasa hükmünün Anayasaya aykırı bulunması üzerine bu atama işlemlerini dava konusu etmesi, üstlendiği görevin doğal bir sonucudur.

Bu durumda, 6023 sayılı Yasanın yukarıda sözü edilen hükümleri, Anayasa Mahkemesi’nin yürürlüğü durdurma kararı ve yapılan değerlendirmeler karşısında, davacı Türk Tabipleri Birliği Merkez Konseyi ve Tabip Odalarının, 6023 sayılı Yasa ile verilen görevler bakımından, bu davayı açmakta menfaatlerinin ve dolayısıyla dava açma ehliyetlerinin bulunduğu sonucuna varıldığından, davanın ehliyet yönünden reddi yolundaki idare Mahkemesi kararında hukuki isabet görülmemiştir. (Danıştay 5.Dairesi – Karar:2008/4476).

Belediye Meclis Üyesinin Meclis Kararlarına Karşı İptal Davası Açma Ehliyeti

2577 sayılı İdari Yargılama Usulu Kanununun 2. maddesinin (a) bendinde iptal davaları; idari işlemler hakkında yetki, sebep, şekil, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılan davalar olarak tanımlanmış, ilk inceleme konularının düzenlendiği 14. maddenin 3/c bendinde de; dilekçenin ehliyet yönünden inceleneceği, 15. maddenin 1/b bendinde ise; bu hususta kanuna aykırılık görülmesi halinde davanın reddedileceği hükme bağlanmıştır.

İptal davasının subjektif ehliyet koşulu olan “menfaat ihlali” doktrin ve içtihatlarda; dava konusu işlemle davacı arasında kurulan makul, meşru, kişisel ve güncel bir menfaat ilişkisi olarak tanımlanmaktadır.

Menfaat ilişkisi koşulunun varlığı davanın esasının incelenebilmesi için aranan ön şartlardan biri olup sınırları hukuki duruma göre değişmekte ve davanın durumuna göre taraf ilişkisinin kurulması idari yargı yerince belirlenmektedir.

Kamu gücü kullanılarak tesis edilmekle birlikte tek bir kişi veya hiyerarşik düzende yer alan birden fazla kişi tarafından tesis edilen işlemler ile birden fazla kişinin ortak iradelerinin birleşmesiyle oluşabilen işlemler (kollektif işlemler) bakımından yargı yerince aranan subjektif ehliyet koşulu hukuki yönden farklı değerlendirilmektedir.

Zira yetkili kişi veya kişilerce tesis edilen idari işlemlere karşı işlemin tesisine katılma imkanı bulunmayan ancak bu işlemden hak ve menfaatleri ihlal edilen kişiler tarafından dava açılabilmesi mümkün ise de, işlemin tesisine katılma yetki ve görevi bulunan kişilerin ortak iradesi ile belirlenen kollektif işlemlere karşı bu kişilerin dava açabilmeleri için karara muhalif kalmaları koşulu aranmaktadır. Nitekim Kanunla belediye meclislerine verilen görevlerle ilgili konularda belde halkının hak ve menfaatlerini korumakla görevli olan belediye meclisi üyelerinin meclis tarafından karara bağlanan bir konuda toplantıya katılarak karşı oy kullanmaları halinde bu karara karşı dava açma ehliyetinin (sübjektif ehliyet) bulunduğu Danıştay içtihatlarıyla da benimsenmiştir.

Kurul halinde idari karar alınmasındaki amacın farklı görüşlerin beyan edilmesi suretiyle kamusal yarar bakımından hukuken en doğru kararın alınmasının sağlanması olduğu, bu itibarla karara muhalif kalan üyelerin tutanağa geçirilmesinin zorunluğu olduğu kuşkusuzdur.

Dava dosyasına ekli belgelerden, söz konusu belediye meclisi toplantısında dava konusu işlemin “oyçokluğu” ile kabul edildiği yolunda tutanak tutulduğu halde muhalif kalan kişilerin davacılar olduğuna ilişkin bir tespitin yapılmadığı ve meclis kararında da muhalefette kalanlar ile gerekçelerine ilişkin bir hususa yer verilmediği görülmüştür.

Olayda, dava konusu belediye meclisi kararının oylanması sırasında muhalefet ile ilgili görüş belirtmek üzere söz alan olmadığı gibi oylama sonucunda karşı oy kullanan üyeler olduklarına ilişkin somut bir belge veya muhalefet şerhlerinin bulunmaması karşısında, davacıların karara muhalif kaldıkları saptanamamakta olup, dava konusu işlemle davacıların hukuken korunabilir ciddi ve makul bir menfaat ilişkinin varlığı tespit edilemediğinden anılan meclis kararına karşı dava açma ehliyetlerinin bulunmadığı sonucuna varılmıştır (Danıştay 6. Dairesi – Karar:2012/1541).

Özel Dava Açma Süresi İdari İşlemde Açıklanmamışsa Genel Süreler Geçerlidir

İdari işlemlerin nitelikleri gereği özel yasalarda veya özel maddelerde, genel dava açma sürelerinin dışında ayrı dava açma sürelerinin öngörülmüş olması halinde, idare tarafından idari işlemlerin nitelikleri ve tabi oldukları dava açma süresi gösterilmedikçe özel dava açma sürelerinin işletilmesine olanak olmayıp; aksine bir yorum, Anayasanın 40. maddesinin göz ardı edilmesi sonucunu doğurmaktadır. Bu itibarla, Anayasa’nın 40. maddesi hükmü dikkate alınarak, özel dava açma süresine tabi olmasına rağmen, bu hususun idari işlemde açıklanmaması halinde, dava konusu idari işlemin tebliğ tarihinden itibaren, özel dava açma süresinin değil, 60 günlük genel dava açma süresinin uygulanması gerektiği sonucuna varılmaktadır. (İDDGK – Karar No:2015/10789).

Kiracının İşyeri Açma Ruhsatının Reddi İşlemine Mal Sahibi İptal Davası Açabilir

Dava, mülkiyeti davacıya ait olan ve kiracıya kiralanan, …..adresinde bulunan taşınmazın bodrum kat 1’nolu bağımsız bölümünde bulunan işyerine, iş yeri açma ve çalışma ruhsatı verilmesi talebinin reddine dair Zeytinburnu Belediye Başkanlığının 18.12.2014 günlü, 83913 sayılı işleminin iptali istemiyle açılmıştır. İdare Mahkemesince, dava konusu işlemin doğrudan kiracıya ilişkin olduğu ve kiracı olan şirket tarafından dava açılması gerektiği gerekçesiyle mülk sahibi olan davacı tarafından açılan davanın ehliyet yönünden reddine karar verilmiştir.

İdari işlemlerin yargısal denetiminde işlemi tesis eden makam olarak kamu idareleri davalı konumunda yer almalarına rağmen, söz konusu idari işlem ile farklı bir statü sahibi olan üçüncü kişiler, idari işlemin hukukiliğini koruması ya da iptali sonucunu doğuracak yargı kararından, davalı konumundaki idarelerden daha fazla etkilenebilmektedirler. Bu açıdan idari yargı merciileri önündeki uyuşmazlıklarda, üçüncü kişilerin, başkası adına tesis edilen bir idari işlem konusunda hak arama özgürlüğünün temin edilememesi, bir başka ifadeyle mahkemeye erişim hakkının kısıtlanması söz konusu olabilecektir. Bu şekilde yapılacak bir yorum, yukarıda yer alan düzenlemelere ve Mahkeme kararlarına aykırılık teşkil edecek, mahkemeye erişim hakkının özünü zedeleyecektir.

Belirtilen değerlendirmeler ışığında uyuşmazlık incelendiğinde; davacıya ait olan ve sözleşme ile kiraya verilen taşınmazın bir bölümünde ticari faaliyette bulunulabilmesi için gerekli olan işyeri açma ve çalıştırma ruhsatı verilmemesine ilişkin işlemin iptali istemiyle taşınmaz maliki tarafından dava açıldığı, Mahkemece, davanın ehliyet yönünden reddine karar verildiği görülmektedir.

Davacıya ait olan taşınmazın bir kısmını oluşturan işyerine imara aykırılıktan bahisle işyeri açma ve çalıştırma ruhsatı verilmemesine ilişkin olarak tesis edildiği anlaşılan işlemin, taşınmazın bir kısmının ticari amaçla kullanılmasının engellenmesi sonucunu doğurması ve taraflar arasındaki kira sözleşmesinin yerine getirilememesinden kaynaklı olarak davacının maddi kayba uğramasına yol açacağı hususları da göz önünde bulundurulduğunda, davacının mal varlığını olumsuz olarak etkileyen işlemin iptalinden davacının doğrudan etkileneceği açık olup, davacının dava açma ehliyeti bulunduğunun kabul edilmemesi halinde ise mahkemeye erişim hakkının ve hak arama özgürlüğünün kısıtlanacağı görüldüğünden, davacının, dava konusu işlemin iptali istemiyle açtığı davada korunması gereken meşru ve güncel menfaat bağı olduğunun kabulü ile, uyuşmazlığın esasına girilerek bir karar verilmesi gerekirken, davacının ruhsat istenen şirketin sahibi veya ortağı olmadığından bahisle davanın ehliyet yönünden reddi yolunda verilen Mahkeme kararında hukuka uygunluk bulunmadığından idare mahkemesi kararının bozulması gerekmiştir. (Danıştay 17. Dairesi – Karar : 2016/372).

Vergi İnceleme Raporuna Karşı İptal Davası Açılabilir

Dosyanın incelenmesinden; “mükellef kurumun 2005 ve 2006 hesap dönemlerine ilişkin müşterek genel giderlerinin mevcut işlere dağıtımının vergisel açıdan incelenmesi” konulu vergi tekniği raporu üzerine, davacı hakkında 2005 yılı için düzenlenen 23.11.2007 tarih ve 1231/45-38 sayılı vergi inceleme raporu ile davacının 2005 yılından devreden zararının azaltıldığı ve Zen-Göktürk Projesi, İstanbul BİS Projesi ve Ankara ( Lodumlu ) Projesi adlı yıllara yaygın inşaat maliyetlerinin değiştirildiği anlaşılmaktadır.

Mükellefler hakkında düzenlenen vergi inceleme raporları tarh işlemine hazırlık niteliğinde olup, düzenlenen rapor uyarınca İdarece herhangi bir tarhiyat yapılmadığı sürece kural olarak icrailik niteliği taşımazlar. Ancak, 213 sayılı Vergi Usul Kanunu’nun 134 ve müteakip maddeleri gereğince ödenmesi gereken vergilerin doğruluğunu araştırmak, tespit etmek ve sağlamak amacıyla düzenlenen rapor, ilgilinin devreden zarar miktarını ve devam eden yıllara yaygın inşaat maliyetlerini değiştirerek sonraki dönemlerde tarh edilecek vergiyi doğrudan etkileyeceğinden ve vergi daireleri, bu raporun gereklerini yerine getirmekle yükümlü bulunduklarından, bu vergi inceleme raporlarının da idari davaya konu olabilecek icrai nitelikte işlemler olduklarının kabulü gerekmektedir. Bu durumda, davacının 2005 yılından devreden zararının azaltılması ve devam eden yıllara yaygın inşaat maliyetlerinin değiştirilmesi işleminin iptali istemiyle açılan davada, işin esasının incelenmesi gerekirken idari davaya konu olabilecek kesin ve yürütülmesi gereken bir işlem bulunmadığı gerekçesiyle davayı reddeden Vergi Mahkemesi kararında hukuka uyarlık görülmemiştir. (Danıştay 4. Daire – Karar: 2011/2767).

Belediye Meclis Üyesinin İptal Davası Açma Ehliyeti (Yetkisi)

İdari işlemlerin hukuka uygunluğunun yargı yoluyla denetimini amaçlayan iptal davasının görüşülebilmesinin ön koşullardan birisi olan “dava açma ehliyeti”, her idari işleme karşı herkes tarafından iptal davası açılmasının idare ile işlemlerinde istikrarsızlığa neden olmaması ve idarenin işleyişinin bu yüzden olumsuz etkilenmemesi için, dava konusu edilecek işlem ile dava açacak kişi arasında belli ölçütler içinde menfaat ilişkisinin varlığını ifade etmektedir. Her olay ve davada, idari işlem ile dava açacak kişi arasında öngörülen subjektif ehliyet koşulu olarak menfaat ihlalinin kişisel, meşru ve güncel bir menfaat olması ölçütleri ekseninde yargı mercilerince değerlendirilerek takdir edilecektir.

Dosyanın incelenmesinden; İli, İlçesi, Mahallesi sınırları içerisinde bulunan ve ekli kroki ile listede sınır ve koordinatları gösterilen alanların riskli alan ilan edilmesine ilişkin 12/12/2016 günlü, 2016/9618 sayılı Bakanlar Kurulu Kararının alındığı, bu kararın iptali istemiyle Belediyesi ve Belediyesi Meclis üyeleri olan davacıların, dava konusu alanda taşınmazlarının olmadığı, Belediye Meclis Üyesi sıfatıyla, dava konusu işlemin İlçesinin plan bütünlüğünü bozucu nitelik taşıdığını ileri sürerek bakılmakta olan davayı açtıkları anlaşılmaktadır.

Bu durumda; dava konusu riskli alan sınırları içerisinde davacılara ait taşınmazın bulunmadığı dikkate alındığında, davacılar ile mülkiyet bağı veya hukuki ilgisi bulunmadığı açık olan taşınmazların riskli alan olarak ilan edilmesinin, davacıların meşru, kişisel ve güncel menfaatini etkilemediği, kaldı ki davacıların iddia ettiği gibi dava konusu işlemin plan bütünlüğünü bozduğu iddiasının bu aşamada incelenemeyeceği, bu durumun riskli alan ilanından sonra davacıların da katılabileceği belediye meclisi tarafından oluşturulacak imar planlarının ilanından sonra dava konusu edilmesi halinde inceleneceği, dolayısıyla belediye meclis üyelerinin riskli alan ilan edilmesine ilişkin Bakanlar Kurulu Kararının iptalini istemekte, meşru, kişisel ve güncel menfaat ilişkisinin bulunmadığı anlaşıldığından, davanın ehliyet yönünden reddi gerektiği sonucuna varılmıştır. (Danıştay 14. Dairesi – Karar : 2017/2258).

Aracın Trafikten Men Edilmesi ve İdari Para Cezası İşleminin İptali

İstanbul 4. İdare Mahkemesi’nce, denetim sırasında söz konusu araç için izin belgesi ibraz edilmemiş ise de davacıya ait aracın “M” plakalı ticari taşımacılıkta kullanılan minibüs niteliğinde olduğu, davacının fiilinin Yönerge kapsamında değerlendirilebileceği, korsan taşımacılık yapılmadığı gerekçesiyle aracın trafikten men edilmesine ilişkin işlem ile araç sürücüsüne anılan Kanun maddesi uyarınca verilen aynı tarih ve 818551 sayılı idari para cezası işlemlerinde hukuka uyarlık bulunmadığı gerekçesiyle iptallerine karar verilmiştir. Davalı idare tarafından, anılan İdare Mahkemesi kararının hukuka aykırı olduğu ileri sürülerek temyizen incelenerek bozulması istenilmektedir.

Davacıya ait aracın 2918 sayılı Kanunun Ek 2/3. maddesi uyarınca trafikten men edilmesine ilişkin 14.05.2015 tarih ve 489589 sayılı işlemin iptaline ilişkin kısım incelendiğinde; idare mahkemesi kararının hukuka auygun olması nedeniyle onanmasına karar verilmiştir.

Araç sürücüsüne idari para cezası verilmesine ilişkin aynı tarih ve 818551 sayılı işlemin iptaline ilişkin kısım incelendiğinde ise;

2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 2. maddesinin 1. fıkrasının (a) bendinde, “iptal davaları”, idari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılan davalar olarak tanımlanmıştır. Dava dosyasının incelenmesinden, davacı tarafından 29.05.2015 tarihli dava dilekçesinin konu ve sonuç kısımlarında tarih ve sayı belirtilmek suretiyle yalnızca kendisine ait aracın trafikten men edilmesine ilişkin işlemin iptalinin istendiği, araç sürücüsüne verilen para cezası yönünden ise davacının herhangi bir isteminin bulunmadığı anlaşılmaktadır. Bu durumda İdare Mahkemesince, iptali talep edilmeyen işlem hakkında karar verilmemesi gerekirken söz konusu işlemin de iptal edildiği görüldüğünden Mahkeme kararında bu yönüyle hukuka uyarlık bulunmadığı sonucuna varılmaktadır. (Danıştay 15. Dairesi – Karar:2016/4340).

Araç Sahibi Araç Sürücüsü Adına İdari İşlemin İptali Davası Açamaz

İdarenin hukuka uygun davranmasını sağlayan en önemli denetim araçlarından olmakla birlikte, her idari işleme karşı herkes tarafından iptal davası açılmasının idari işlemlerde istikrarsızlığa neden olmaması ve idarenin işleyişinin bu yüzden olumsuz etkilenmemesi için, dava konusu edilecek işlem ile dava açacak kişi arasında belli ölçüler içinde menfaat ilişkisi bulunmasını öngören yasakoyucu, iptal davaları için “menfaat ihlali”ni, subjektif ehliyet koşulu olarak getirmiştir. Menfaat ihlali, hak ihlali kavramından daha geniş kapsamlı olup; maddi veya manevi bir zararı bulunmasa dahi ilgiliye dava açma hakkı vermektedir. Ancak her halde menfaat ilgisinin, meşru, kişisel ve güncel olması gerekmektedir.

“Meşru menfaat” ilgisinden kasıt, kişi ile işlem arasında hukuken kabul edilebilir, dinlenilebilir veya korunmaya değer bir ilginin varlığı iken; “kişisel menfaat” ilgisiyle, işlemin, kişinin hukukunu etkilemesi, diğer bir anlatımla kişi bakımından hukuk aleminde sonuç doğurması kastedilmektedir. “Güncel menfaat” ise, söz konusu işlemin kişi üzerindeki hukuki etkisinin doğmak üzere olmasını veya halihazırda devam etmesini, işlemin uygulanabilir niteliğini yitirmemesini ifade etmektedir. Dolayısıyla geleceğe yönelik muhtemel menfaat ilgisi, kişilere iptal davası açma hakkı vermemektedir.

İptal davalarındaki subjektif ehliyet koşulunun, hukuk devletinin gerçekleştirilebilmesi bakımından idari işlemlerin hukuka uygunluğunun iptal davası yoluyla denetlenmesini engellemeyecek bir biçimde anlaşılması gerekmektedir. Nitekim; çevre, tarihi ve kültürel değerlerin korunması, imar uygulamaları gibi kamu yararını yakından ilgilendiren konularda subjektif ehliyet koşulunun, bu durum dikkate alınarak yorumlanması gerektiğine ilişkin Danıştay kararları yerleşik içtihat niteliği kazanmıştır.

Aynı şekilde, tesis edilen işlemin (genel, soyut, objektif kural koyan düzenleyici işlem niteliğinde bulunmasa dahi) tüm ülke çapında etki doğurması, ülkenin genel siyasetini veya vatandaşların genel ve ortak menfaatini ilgilendirmesi halinde, salt vatandaş olma sıfatıyla iptal davası açılabileceğinin kabulü gerekmektedir.

Dosyadaki belgelerin incelenmesinden; davacıya ait 34 M ..plaka numaralı aracın 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun Ek-2/3 maddesi uyarınca trafikten men edilmesine ilişkin 17/01/2015 tarih ve 458127 sayılı işlem ile davacıya 2.400,00 TL para cezası verilmesine ilişkin 17/01/2015 tarih ve 596454 sayılı işlemin iptali istemiyle davacı tarafından iş bu davanın açıldığı anlaşılmaktadır.

Bu durumda, dava konusu işlemlerden 17/01/2015 tarih ve 596454 sayılı idari para cezası araç sürücüsüne verilmiş olup para cezasının davacının; kişisel, güncel ve meşru menfaatini ihlal etmediğinden araç sürücüsü hakkında verilen idari para cezasına ilişkin kısmının ehliyet yönünden reddine karar verilmesi gerekmekte olup, İdare Mahkemesi kararının 17/01/2015 tarih ve 596454 sayılı idari para cezasının iptaline ilişkin kısmında hukuka uygunluk bulunmamaktadır. (Danıştay 15. Dairesi – Karar : 2016/4312).

İdare Mahkemesinin Yerindelik Denetimi Yapma Yetkisi Yoktur

Olayda; İdare Mahkemesince hükme esas alınan bilirkişi raporunda, gerek Yerköy Belediye Meclisi’nin 04.09.2009 gün ve 57 sayılı kararı ile belirlenen eski içkili yer bölgesinin gerekse, Yerköy Belediye Meclisi’nin 04.09.2014 gün ve 38 sayılı dava konusu kararı ile belirlenen yeni içkili yer bölgesinin İşyeri Açma ve Çalışma Ruhsatlarına İlişkin Yönetmelik’te yer alan içkili yer bölgesi belirlenmesine ilişkin ölçütlere uygun olduğu ancak eski içkili yer bölgesinin yeni yere göre daha uygun bir konum arz ettiği belirtilmektedir.

Bu itibarla, usulüne uygun şekilde toplanan ve karar alan Belediye Meclisince, içkili yer bölgesi belirlenmesine ilişkin 04.09.2014 gün ve 38 sayılı dava konusu karar, İşyeri Açma ve Çalışma Ruhsatlarına İlişkin Yönetmelik’te yer alan içkili yer bölgesi belirlenmesine ilişkin ölçütlere uygun olduğundan ve yapılacak yargısal denetimin de bu husus ile sınırlı olması gerektiğinden, içkili yer bölgesi belirlenmesine ilişkin dava konusu işlemde ve söz konusu işlem dayanak alınarak tesis edilen işyeri açma ve çalışma ruhsatı başvurusunun reddine ilişkin işlemde hukuka aykırılık bulunmamaktadır.

Bu durumda; dava konusu işlemlerde hukuka aykırılık bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmesi gerekirken, aksi yönde değerlendirme yapılarak, yerindelik denetimi yasağına aykırı şekilde ve idarenin takdir yetkisini kaldıracak biçimde içkili yer bölgesi belirlenmesine ilişkin eski kararın daha uygun olacağından bahsetmek suretiyle dava konusu işlemlerin iptali yolunda verilen Mahkeme kararında hukuka uyarlık görülmemektedir. (Danıştay 17. Daire – Karar : 2016/1040).

Meslek Odalarının İdari Nitelikte İptal Davası Açma Ehliyeti

Meslek odası tarafından açılan iptal davasında; Resmi Gazete’de yayımlanan Ulus Tarihi Kent Merkezi’nde, kentsel sit alanı sınırları içerisindeki 1. Derece Arkeolojik Sit Alanı kapsamında kalan ve kararnameye ekli listede ada/parsel numaraları belirtilen taşınmazların Ankara Büyükşehir Belediye Başkanlığı tarafından acele kamulaştırılmasına ilişkin Bakanlar Kurulu’nun 06.07.2015 tarihli, 2015/7921 sayılı kararının iptali istenilmektedir.

6235 sayılı Türk Mühendis ve Mimarlar Odaları Birliği Kanununun 2. maddesinde; “mühendislik ve mimarlık mesleği mensuplarının, müşterek ihtiyaçlarını karşılamak, mesleki faaliyetlerini kolaylaştırmak, mesleğin genel menfaatlere uygun olarak gelişmesini sağlamak, meslek mensuplarının birbirleriyle ve halk ile olan ilişkilerinde dürüstlüğü ve güveni hakim kılmak üzere meslek disiplinini ve ahlakını korumak için gerekli gördüğü bütün teşebbüs ve faaliyetlerde bulunmak, meslek ve menfaatleriyle ilgili işlerde resmi makamlarla işbirliği yaparak gerekli yardımlarda ve tekliflerde bulunmak, meslekle ilgili bütün mevzuatı normları, fenni şartnameleri incelemek ve bunlar hakkındaki görüş ve düşünceleri ilgililere bildirmek” birliğin kuruluş amaçları arasında sayılmış, 13. maddesinde; “Lüzum görülen yerlerde Birlik Umumi Heyeti Kararı ile (Türk mühendis ve mimarları odaları) açılabilir.“ hükmüne, 14. maddesinde. “Her ihtisas şubesi yalnız bir oda açar. İhtisas veya iştigal mevzularının taalluk ettiği odaya kaydolunurlar” hükmüne, 19 maddesinde ise; “Odalar, bu Kanunun 2. maddesinde belirtilen amaç için Birlik Umumi Heyetince kararlaştırılan işlerden yalnız odalarını ilgilendiren kısımlar ile görevlidirler, Odalar ve organları, kuruluş amaçları dışında faaliyette bulunamazlar.” hükmüne yer verilmiştir.

Kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarının idari işlemlere karşı sadece kuruluş kanunlarında gösterilen amaçları doğrultusunda dava açma ehliyetleri bulunmaktadır. Nitekim, konuyla ilgili yasal düzenlemelerde de bu kuruluşların amaçları dışında faaliyette bulunamayacakları açıkça belirtilmiştir.

2942 sayılı Kamulaştırma Kanununun 1. maddesinde; “Bu Kanun; kamu yararının gerektirdiği hallerde gerçek ve özel hukuk tüzelkişilerinin mülkiyetinde bulunan taşınmaz malların, Devlet ve kamu tüzelkişilerince kamulaştırılmasında yapılacak işlemleri, kamulaştırma bedelinin hesaplanmasını, taşınmaz malın ve irtifak hakkının idare adına tescilini, kullanılmayan taşınmaz malın geri alınmasını, idareler arasında taşınmaz malların devir işlemlerini, karşılıklı hak ve yükümlülükler ile bunlara dayalı uyuşmazlıkların çözüm usul ve yöntemlerini düzenler. Özel kanunlarına dayanılarak gerçek ve özel hukuk tüzelkişileri adına yapılacak kamulaştırmalarda da, bu Kanun hükümleri uygulanır.” hükmü yer almaktadır.

Dosyanın incelenmesinden; Ulus Tarihi Kent Merkezinde, kentsel sit alanı sınırları içerisindeki 1. derece arkeolojik sit alanı kapsamında kalan ve ekli listede ada ve parsel numaraları belirtilen taşınmazların davalı Ankara Büyükşehir Belediye Başkanlığı tarafından acele kamulaştırılmasına ilişkin Bakanlar Kurulu’nun 06/07/2015 tarihli. 2015/7921 sayılı kararının iptali istemiyle alanda mülkiyet ve benzeri hukuki hakları bulunmaksızın davacı Odalar tarafından acele kamulaştırmaya ilişkin bu davanın açıldığı görülmektedir.

Bu durumda; davacı odanın kuruluş amacı ve faaliyet alanları ile dava konusu işlem birlikte değerlendirildiğinde, dava konusu işlemin davacı odanın menfaatini etkilemediği, bu nedenlerle davacının subjektif dava açma ehliyetinin bulunmadığı sonucuna varılmıştır. (Danıştay 6. Dairesi – Karar:2016/231).

İdari Yaptırım Kararı ile Birlikte Açılan İdari Para Cezasının İptali Davası

Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının “Yargı Yolu” başlıklı 125. maddesinde; idarenin her türlü işlem ve eylemine karşı yargı yolunun açık olduğu belirtilmiş olup, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun “İdari Dava Türleri ve İdari Yargı Yetkisinin Sınırı” başlıklı 2. maddesinde idari dava türleri; idari işlemlerden doğan iptal davaları, idari işlem ve eylemlerden doğan tam yargı davaları ile idari sözleşmelerden doğan davalar olarak düzenlenmiştir.

İdari işlemlerden doğan uyuşmazlıklarda görevli mahkemeler kural olarak idari yargı merciileri olmakla birlikte, yasama organının bir kanun ile idari işlemi adli yargının denetimine vermesi gibi istisnai durumlarda idari işlemlerden doğan uyuşmazlıklar idari yargı denetimi dışında kalmaktadır. nnnno9Trafik idari para cezalarından doğan uyuşmazlıklarda görevli mahkemeler 5326 sayılı Kanunun 27/1 maddesi hükmü uyarınca sulh ceza mahkemeleri olmakla birlikte, gerek 2918, gerekse 5326 sayılı Kanun hükümleri gözönüne alındığında; bir idari işlem olan sürücü belgesinin geri alınmasına ilişkin işlemlerden doğan uyuşmazlıklarda görevli mahkemelerin idari yargı mercii olduğu tartışmasız olup, 5326 sayılı Kanunun 27/8 maddesinde yer alan “idari yaptırım kararının verildiği işlem kapsamında aynı kişi ile ilgili olarak idari yargının görev alanına giren kararların da verilmiş olması halinde, idari yaptırım kararına ilişkin hukuka aykırılık iddialarının bu işlemin iptal talebiyle birlikte idari yargı merciinde görüleceği” düzenlemesi uyarınca da dava konusu işlemlerden doğan uyuşmazlıkta İdare Mahkemesince işin esası incelenerek bir karar verilmesi gerekirken, uyuşmazlığın görüm ve çözümünde sulh ceza mahkemesinin görevli olduğu gerekçesiyle davanın görev yönünden reddine karar verilmesinde hukuka uyarlık görülmemiştir. (Danıştay 15. Dairesi – Karar : 2016/217).

İdari Davaya Konu Olabilecek İdari İşlemler

Dava; 04.06.2015 tarih ve 2015/140 sayılı Fon Kurulu kararının iptali istemiyle açılmış; İdare Mahkemesi’nce; dava konusu işlemin mahkeme kararına dayalı olarak alındığı; davacının mevcut hukukî durumunu değiştirmediği; ortada idarî davaya konu olabilecek kesin ve yürütülmesi gereken bir işlem olmadığından, davanın esasının incelenmesine hukuken imkân bulunmadığı gerekçesiyle davanın incelenmeksizin (REDDİNE) karar verilmiş, bu karar davacı tarafından temyiz edilmiştir.

Mevzuat hükümlerine göre idare, yargı kararını uygulama konusunda bağlı yetki içinde olup yargı kararlarının icaplarını gecikmeksizin yerine getirmek zorundadır. Yargı kararının yerine getirilmesinde idare, kararın icabına göre ya işlem tesis edecek ya da eylemde bulunacaktır. Söz konusu eylem ve işlemlerin dava konusu edilmesi hâlinde yargı mercilerince, sadece yargı kararının icaplarının yerine getirilip getirilmediği yönünde sınırlı bir inceleme yapılması gerekmektedir.

Bakılan uyuşmazlıkta; dava konusu işlemin yargı kararının yerine getirilmesine ilişkin bir işlem olduğu, anılan işlemde her ne kadar davacı hakkında 6183 sayılı Kanun kapsamında başlatılan takiplerin sonlandırılmasına karar verilmiş ise de, 6183 sayılı Kanun kapsamında yapılan taşınmaz satışlarının kesinleşerek taşınmazların alıcılar adına tescil edilmiş olmaları ve satış işlemlerinden önceki hukukî ve fiili durumuna geri gelmesinin hukuken mümkün olmadığından bahisle satış ve takip sonucu yapılan tüm tahsilatların neması ile birlikte iadesine karar verildiği dikkate alındığında, dava konusu işlemin davacının hukukunu etkileyen idarî davaya konu edilebilecek nitelikte kesin ve yürütülmesi zorunlu bir işlem olduğu sonucuna varıldığından, uyuşmazlığın esasına girilerek hukuka uygunluk denetiminin yapılması gerekirken, işlemin idarî davaya konu olabilecek kesin ve yürütülmesi zorunlu bir işlem olarak nitelendirilmesinin mümkün olmadığı gerekçesiyle işin esası görüşülmeksizin verilen Mahkeme kararında usul kurallarına uygunluk bulunmamaktadır.(Danıştay 13. Dairesi – Karar : 2015/4574).

Bağlı Yetki ile Tesis Edilen İdari İşlemin İptali Davası

Dava, İstanbul İli, Sarıyer İlçe Milli Eğitim Müdürü olarak görev yapan davacının, 6528 sayılı Yasa gereğince İstanbul İl Milli Eğitim Müdürlüğü emrine Eğitim Uzmanı unvanıyla atanmasına ilişkin 14/03/2014 günlü, 1096268 sayılı işlem ile söz konusu İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü görevini yürütmek üzere İ.T’nın görevlendirilmesine dair 09/05/2014 günlü, 1850700 sayılı işlemin iptali istemiyle açılmıştır.

İstanbul 1. İdare Mahkemesi; davacının görevinin kanun niteliğini taşıyan hukuki bir düzenleme ile sona erdiği, bu nedenle, davalı yönetimce kurulmuş idari davaya konu olabilecek bir işlemin varlığından söz edilmesine olanak bulunmadığı gerekçesiyle 14/03/2014 günlü, 1096268 sayılı işlemin iptali istemiyle ilgili olarak davanın incelenmeksizin reddine hükmedilmiş; öte yandan, Sarıyer İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü görevine atanma şartlarını taşıyan şahsın, idarenin takdir yetkisi çerçevesinde bahse konu görevi yürütmek üzere görevlendirilmesinde hukuka aykırılık bulunmadığı gerekçesiyle 09/05/2014 günlü, 1850700 sayılı işlemin iptali istemi yönünden ise davanın reddine karar verilmiştir.

Davacı, eğitim uzmanı unvanıyla atanmasına dair işlemin dayanağı olan yasal düzenlemenin Anayasa’ya aykırı olduğunu öne sürmekte ve İdare Mahkemesi kararının temyizen incelenerek bozulmasını istemektedir.

Buna göre, dava konusu olayda, 6528 sayılı Yasa’nın 25. maddesi ile 652 sayılı KHK’ya eklenen geçici 10. maddenin 3. fıkrasında yer alan (ancak, Anayasa Mahkemesi’nce iptal edilen ) emredici hükmü uygulamaya koyan ve bağlı yetki içerisinde tesis edildiği anlaşılan 14/03/2014 günlü işlemin, idari davaya konu olacak kesin ve yürütülmesi gerekli bir işlem olduğu sonucuna varıldığından, aksi düşünce ile verilen İdare Mahkemesi kararında hukuki isabet görülmemiştir. (Danıştay 2. Dairesi – Karar : 2015/8147).

İdari İşlemin Yetki Bakımından İptali

İdarenin görevlerini yerine getirirken tek yanlı olarak yaptığı irade açıklaması ile hukuksal sonuç yaratan, hukuk düzeninde değişiklik yapan işlemleri yetki, şekil, sebep, konu ve amaç yönlerinden hukuka uygun olmak zorundadır. Bu öğelerden herhangi birinde hukuka aykırılık bulunduğunun idari yargı yerlerince saptanması halinde, bunun bir iptal nedeni olarak değerlendirilmesi gerektiği açıktır. Vergi idarelerinin, idari işlevleriyle ilgili olarak tesis ettikleri uygulanabilir nitelikte, yükümlünün hukukunu doğrudan etkileyen ve onların hak ve yükümlülüklerinde değişiklik ve yenilik yaratan irade açıklamalarının idari davaya konu teşkil edeceği kuşkusuzdur.

Dosyasının incelenmesinden, 22.1.2003 tarihine kadar Şehitkamil Vergi Dairesi Müdürlüğü mükellefi iken, 23.1.2003 tarihinden itibaren mükellefi olan davacı şirket adına defter ve belgelerin incelemeye ibraz edilmediğinden bahisle katma değer vergisi indirimleri reddedilerek dava konusu tarhiyatın tarafından yapıldığı anlaşılmıştır. Davacı, uyuşmazlık konusu 2002 yılının Aralık ayında Şehitkamil Vergi Dairesi Müdürlüğü mükellefi olduğundan yukarıda kuralına yer verilen hükümler uyarınca tarhiyatın Şehitkamil Vergi Dairesi Müdürlüğü tarafından yapılması gerekirken, bu konuda yetkili olmayan tarafından yapılmasında 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 2’nci maddesinin 1’inci fıkrasının (a) bendi uyarınca yetki unsuru bakımından yasaya uygunluk bulunmadığından, davanın reddi yolundaki vergi mahkemesi kararının bozulması gerekmektedir. (Danıştay 3. Dairesi – Karar : 2015/7010).

İlgilinin Hukukunu Etkileyen İdari İşlemlere Karşı İptal Davası Açılabilir

2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 2. maddesinde tanımlanan iptal davalarına, idarenin tek yanlı irade beyanıyla, kişilerin hukuksal durumlarında değişiklik meydana getiren etkili ve yürütülmesi zorunlu idari işlemler konu edilir. Kesin ve yürütülmesi zorunlu olan ve idari davaya konu edilebilecek işlemler; idarelerin kamu gücüne dayanarak, tek yanlı irade beyanıyla tesis ettikleri, hukuk düzeninde değişiklik yapan, başka bir ifadeyle ilgililerin hukukunu etkileyen işlemlerdir. 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 14. maddesinin 3. fıkrasının (d) bendinde; dava konusu işlemlerin, idari davaya konu olacak kesin ve yürütülmesi gereken bir işlem olup olmadığı yönünden inceleneceği; aynı yasanının 15. maddesinin 1. fıkrasının (b) bendinde ise kesin ve yürütülmesi gerekli olmayan işlemlere karşı açılan davaların incelenmeksizin reddedileceği belirtilmiştir.

Dava konusu işlemin tesis edildiği tarihte yürürlükte bulunan Ayakta Teşhis ve Tedavi Yapılan Özel Sağlık Kuruluşları Hakkında Yönetmeliğe ekli Ek 6 Denetim Formunun 1. Bölümünde yer alan, “Faaliyete Esas Bilgi ve Belgeler” kısmının 18. maddesinde; tıbbi kayıt ve arşiv sisteminin 27. maddede belirtilen esaslara uygun olup olmadığının, 19. maddesinde; Yönetmelik ile belirtilen esaslara uygun kayıt ve denetim defterlerinin mevcut olup olmadığının, 21. maddesinde ise; Bakanlığın veya Müdürlüğün istediği sağlık kuruluşları ile ilgili istatistik verilerinin düzenli ve doğru şekilde verilip verilmediğinin denetleneceği belirlenmiş olup, anılan maddellere aykırılık tespit edilmesi halinde ise, ilk seferinde mesul müdürün uyarılacağı düzenlenmiştir.

Uyuşmazlıkta, Kadın Doğum Uzmanı olan davacıya ait muayenehanede takip edilen bir hastanın “Anne Ölümleri İzleme Programı” kapsamında 18.03.2012 tarihinde Kartal Dr. Lütfi Kırdar Eğitim ve Araştırma Hastanesinde vefat ettiğinin belirlendiği, ancak yapılan GEBLİZ sorgulamasında söz konusu gebenin sisteme kaydının yapılmamış olduğunun görüldüğü gerekçesiyle davacıya ait muayenehanede denetim yapıldığı ve denetim sonucu yukarıda yer verilen mevzuat hükümlerine aykırı davranıldığının tespit edildiğinden bahisle, davacının uyarılmasına ilişkin dava konusu işlemin tesis edildiği anlaşılmaktadır.

Her ne kadar İdare Mahkemesince davacı tarafından iptali istenen işlemin, davacı hakkında kesin sonuç doğurmayan nitelikte olduğu belirtilmişse de söz konusu uyarma işlemi idari bir yaptırım niteliğinde olup, davacının uyarılmasına ilişkin Yönetmelik maddelerinde, aynı ihlalin ikinci kez tekrarlanması halinde başka yaptırımlar öngörülmüştür. Böylece; Ayakta Teşhis ve Tedavi Yapılan Özel Sağlık Kuruluşları Hakkında Yönetmelik ekinde yer alan “Denetim Formu” gereğince davacının uyarılmasına ilişkin işlem, ilgilinin hukukunu etkileyen, idari davaya konu olabilecek icrai, kesin ve yürütülebilir bir nitelik taşımaktadır. Bu durumda; işin esası incelenmek suretiyle bir karar verilmesi gerekirken, davayı incelenmeksizin reddeden İdare Mahkemesi kararında hukuki isabet görülmemiştir. (Danıştay 15. Dairesi – Karar : 2015/5183).

Boş Memuriyet Kadrolarına Atama Yapılmaması İşleminin İptali Davası

Dava, Eğitim Araştırma ve Geliştirme Dairesi Başkanlığında öğretmen olan davacının, Bakanlık Müşavirliği görevine atanmak için yaptığı başvurunun reddi ile anılan göreve ……..’nin atanmasına ilişkin işlemlerin iptali istemiyle açılmıştır. 2577 sayılı Kanun’un 2. maddesinde tüm idari işlemlerin, yetki, şekil, sebep, konu ve maksat unsurları yönünden denetleneceğinin belirtildiği, bu kapsamda takdire dayanan idari işlemlerin gerekçeli olması, gerekçelerin hukuken kabul edilebilir tarzda açık ve net bir şekilde ortaya konulması, mevzuatta atanmak/görevlendirilmek için belirlenen asgari kriterleri sağlayan fakat geçmiş hizmetleri, eğitim, özlük ve sicil durumları farklılaşan kişiler arasında tercihte bulunulurken, tercih edilen kişilerin tercih edilmeyenlere göre geçmiş çalışma, başarı, liyakat ve sicil durumuna göre üstünlüğünün ortaya konulması gerektiği, hukuka uygunluk denetiminin ilkelerindendir.

Bu durumda, boş kadrolara kamu yararı ve hizmet gerekleri gözetilerek en uygun kişiyi atama konusunda, gerekli nitelikleri taşıyanlar arasında tercihte bulunma hususunda takdir yetkisine sahip olan davalı idarenin bir göreve atama yapıp yapmama veya elinde bulunan boş kadrolara atanma niteliği taşıyan kişilerin kadro sayısından fazla olması halinde bu kadrolara atayacağı kişileri hizmet gereklerini gözönüne alarak seçmek hususunda takdir yetkisine sahip olduğu ve açık değerlendirme hatası olmadıkça idarenin tercihini belli bir yönde kullanması konusunda yargı yoluyla zorlanmasına da hukuken olanak bulunmadığı; öte yandan, 2577 sayılı Kanunun 2. maddesi uyarınca idari yargı yerlerince de, idarelerin bu yöndeki takdir yetkisinin kaldırılması sonucunu doğuracak şekilde karar verilemeyeceği hususları birlikte değerlendirildiğinde; hukuka uygun olarak tesis edildiği anlaşılan dava konusu işlemlerin iptali yolunda verilen İdare Mahkemesi kararında yasal isabet bulunmamaktadır.

657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun “Memurların kurumlarınca görevlerinin ve yerlerinin değiştirilmesi” başlıklı 76. maddesinde; kurumların, görev ve unvan eşitliği gözetmeden kazanılmış hak aylık dereceleriyle memurları bulundukları kadro derecelerine eşit veya 68. maddedeki esaslar dahilinde daha üst, kurum içinde aynı veya başka yerlerdeki diğer kadrolara naklen atayabilecekleri, “İstisnai memurluklar” başlıklı 59. maddesinde; Bakanlık Müşavirliklerine bu Kanunun atanma, sınavlar, kademe ilerlemesi ve dereceye yükselmesine ilişkin hükümleriyle bağlı olmaksızın tahsis edilmiş derece aylığı ile memur atanabileceği hükme bağlanmıştır.

2451 sayılı Bakanlıklar ve Bağlı Kuruluşlarda Atama Usulüne İlişkin Kanun’un 2. maddesinde; “Bu Kanuna ekli (1) sayılı cetvelde gösterilen unvanları taşıyan görevlere Bakanlar Kurulu kararı ile, (2) sayılı cetvelde gösterilen unvanları taşıyan görevlere müşterek kararla atama yapılır.” hükmüne, Kanuna ekli (2) sayılı cetvelde de “Bakanlık Müşaviri” unvanına yer verilmiştir

2577 sayılı Kanun’un 2. maddesinde tüm idari işlemlerin, yetki, şekil, sebep, konu ve maksat unsurları yönünden denetleneceğinin belirtildiği, bu kapsamda takdire dayanan idari işlemlerin gerekçeli olması, gerekçelerin hukuken kabul edilebilir tarzda açık ve net bir şekilde ortaya konulması, mevzuatta atanmak/görevlendirilmek için belirlenen asgari kriterleri sağlayan fakat geçmiş hizmetleri, eğitim, özlük ve sicil durumları farklılaşan kişiler arasında tercihte bulunulurken, tercih edilen kişilerin tercih edilmeyenlere göre geçmiş çalışma, başarı, liyakat ve sicil durumuna göre üstünlüğünün ortaya konulması gerektiği, hukuka uygunluk denetiminin ilkelerindendir.

Bu durumda, boş kadrolara kamu yararı ve hizmet gerekleri gözetilerek en uygun kişiyi atama konusunda, gerekli nitelikleri taşıyanlar arasında tercihte bulunma hususunda takdir yetkisine sahip olan davalı idarenin bir göreve atama yapıp yapmama veya elinde bulunan boş kadrolara atanma niteliği taşıyan kişilerin kadro sayısından fazla olması halinde bu kadrolara atayacağı kişileri hizmet gereklerini gözönüne alarak seçmek hususunda takdir yetkisine sahip olduğu ve açık değerlendirme hatası olmadıkça idarenin tercihini belli bir yönde kullanması konusunda yargı yoluyla zorlanmasına da hukuken olanak bulunmadığı; öte yandan, 2577 sayılı Kanunun 2. maddesi uyarınca idari yargı yerlerince de, idarelerin bu yöndeki takdir yetkisinin kaldırılması sonucunu doğuracak şekilde karar verilemeyeceği hususları birlikte değerlendirildiğinde; hukuka uygun olarak tesis edildiği anlaşılan dava konusu işlemlerin iptali yolunda verilen İdare Mahkemesi kararında yasal isabet bulunmamaktadır. (Danıştay 2. Dairesi – Karar : 2015/7223).

İşletme Sahibinin Ruhsat Sahibi Hakkındaki İdari İşleme Karşı İdari Dava Açma Ehliyeti

Dava, davacı şirketin 05/08/1999 tarihli rödovans sözleşmesine istinaden yürütmekte olduğu madencilik faaliyetinden kaynaklanan devlet hakkı bedellerinin hatalı hesaplandığından bahisle, eksik yatırılan devlet hakkı farkının gecikme cezaları ile birlikte ödenmesi yönünde tesis edilen 04/08/2014 tarih ve 352753 sayılı işlemin iptali istemiyle açılmıştır. İdare Mahkemesince; uyuşmazlığa konu ruhsat sahasını rödovans sözleşmesi karşılığında işletmekte olan davacının, devlet hakkı bedelinin ruhsat sahibinden tahsiline ilişkin işlemin iptali istemiyle açtığı davada hukuken geçerli ve korunabilir bir hakkının ya da menfaatinin olmadığından davanın ehliyet yönünden reddine karar verilmiştir.

Dosyanın incelenmesinden; İstanbul İli, Şişli İlçesi, Ayazağa Mahallesi sınırlarında mermer(kalker) maden ruhsat sahibi olan İSTMAD Madencilik A.Ş. ile davacı şirket arasında imzalanan rödövans sözleşmesi ile davacının söz konusu sahada madencilik faaliyetinde bulunduğu, davalı idare yetkililerince anılan sahada yapılan incelemeler sonucunda rödovansçı davacı şirketçe 2010-2011 ve 2012 yılları satış bilgi formlarında orman bedellerinin eksik hesaplandığının, 2011 ve 2012 yılların satış bilgi formlarında belirtilen ocak başı satış fiyatının hatalı olduğunun tespit edilmesi üzerine, idare tarafından ruhsat sahibi İSTMAD Maden İşletmeleri A.Ş. adına devlet hakkının yasal faiziyle birlikte ödenmesine ilişkin 04/08/2014 tarih ve 352753 sayılı işlemin tesis edildiği, iş bu işlemin iptali istemiyle de bakılmakta olan davanın açıldığı anlaşılmaktadır.

Devlet hakkı ocaktan çıkarılan madenin ocak başındaki fiyatından alınmakta olup çıkarılan madenin grubuna göre devlet hakkının hangi oranda alınacağına Maden Kanununun 14. maddesinde açıkça yer verilmiştir. Anılan Kanunda devlet hakkının her yıl Nisan ayı sonuna kadar ilgili idareye sunulması zorunlu olan satış bilgi formunda doğru olarak belirtilmesinin gerektiği, idarece, satış bilgi formundaki beyanlarda hata ve noksanlıklar tespit edilmesi hallinde ruhsat sahibi tarafından bu durumun iki ay içerisinde düzeltilmesi gerekeceği aksi halde ruhsat teminatının irat kaydedileceği, irat kaydedilen teminatın yeniden yatırılmaması durumunda ise maden işletme ruhsatının iptal edileceğine dair düzenlemelere yer verilmiştir.

Olayda; davacı şirketin 05/08/1999 tarihli rödovans sözleşmesine istinaden sözleşmeye konu sahada madencilik faaliyetinde bulunduğu görülmekte olup, anılan sözleşme hükümleri uyarınca davacının Maden Kanunu kapsamında ödenmesi gereken devlet hakkı, madencilik fonu vs. gibi ödemeler ve bunlarla ilgili bildirimleri yerine getirme mükellefiyeti olduğu, bu sorumluluğun eksik veya hiç yerine getirilmemesi halinde doğabilecek cezalar ve ödeme emirlerinden dolayı ruhsat sahibinin davacıya rücu edebileceği ve sözleşme hükümlerine uyulmadığı gerekçesiyle sözleşmenin feshedilebileceği taraflarca kararlaştırılmıştır.

Bu durumda; Maden Kanunu kapsamında ruhsat sahibinin ruhsat hukukunu ilgilendirecek her türlü yaptırımın bu ruhsata dayalı olarak rödövans sözleşmesi karşılığında faaliyette bulunan davacı şirketi de doğrudan etkileyeceği ve diğer yandan taraflar arasındaki sözleşme uyarınca davaya konu işlemin sonuçlarından davacının maddi olarak mutlak suretle etkileneceği, ruhsata konu sahada madencilik faaliyetinin sona ermesinin de muhtemel olduğu hususları dikkate alındığında, rödovansçı davacı şirket tarafından devlet hakkının eksik bildirilmesi nedeniyle ruhsat sahibi adına tesis edilen işlemin davacının hukuki durumuna etki ettiği ve menfaatini ihlal eder nitelik taşıdığı açıktır. Sonuç itibarıyla dava konusu işlem nedeniyle açıkça menfaati ihlal edilen davacının iptal davası açma ehliyeti bulunmadığı gerekçesiyle davayı ehliyet yönünden reddeden Mahkeme kararında hukuki isabet bulunmamaktadır. (Danıştay 8. Daire – Karar:2015/6730).


Kabahatlar Kanunu’ndaki İdari Para Cezaların İptali Görevi Adli Yargıya Aittir

01.06.2005 tarihinde yürürlüğe giren 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 19.12.2006 tarih ve 26381 sayılı Resmî Gazete’de yayınlanan 5560 sayılı Kanun’un 31. maddesiyle değiştirilen 3. maddesinde; bu Kanunun, idarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması hâlinde, diğer genel hükümlerinin ise idarî para cezası veya mülkiyetin kamuya geçirilmesi yaptırımını gerektiren bütün fiiller hakkında uygulanacağı düzenlenmiş, 27. maddesinin 1. fıkrasında da; idarî para cezası ve mülkiyetin kamuya geçirilmesine ilişkin idari yaptırım kararına karşı, kararın tebliği veya tefhimi tarihinden itibaren en geç onbeş gün içinde sulh ceza mahkemesine başvurulabileceği belirtilmiştir.

Bu hükümler ile, Kabahatler Kanunu’nun idarî para cezası kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı, bir başka deyişle, diğer kanunlarda idarî para cezası kararına karşı kanun yolu olarak idarî yargı yeri gösterilmiş ise idarî yargı yerinde; idarî yargı yeri gösterilmemiş ise Kabahatler Kanunu uyarınca sulh ceza mahkemesinde dava açılabileceği kurala bağlanmıştır.

Dava konusu idari para cezası ve mülkiyetin kamuya geçirilmesi kararının 4250 sayılı Kanun uyarınca verildiği, anılan Kanun’da, Kanun tarafından öngörülen idari yaptırımlara karşı idari yargı merciilerince dava açılacağına ilişkin bir hüküm bulunmadığı görüldüğünden, dava konusu idari para cezası ve mülkiyetin kamuya geçirilmesi yaptırımlarının iptali isteminin görüm ve çözümünde Kabahatler Kanunu’nun 27. maddesi uyarınca adli yargının görevli olduğu sonucuna ulaşılmaktadır. (Danıştay 13. Dairesi – Karar:2015/2835).

Banka Hesabına Konulan Haciz İşleminin İptali Davasında Menfaat İhlali

Davacı adına, … Konfeksiyon San. ve Tic. A.Ş.’nin borcundan dolayı Vakıfbank … Şubesi nezdindeki banka hesabı üzerine uygulanan haczin kaldırılması istemiyle açılan davayı süre aşımı yönünden reddeden Vergi Mahkemesinin kararının; dilekçede ileri sürülen sebeplerle bozulması istenilmektedir.

2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 2. maddesinin 1. fıkrasında, idari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılan iptal davaları idari dava türü olarak sayılmış, 7. maddesinde, dava açma süresinin vergi mahkemelerinde otuz gün olduğu belirtilmiştir.

Dosyanın incelenmesinden, davacı tarafından 30.04.2013 tarihinde haczin kaldırılması istemi ile başvuru yapıldığı, davalı idarece bu talep üzerine gerekli yazışmalar yapıldığı, ancak davacıya herhangi bir bildirimde bulunulmadığı, bu halde; anılan Yasa hükümleri uyarınca, 29.06.2013 tarihinde davacının başvurusunun zımnen reddedildiği, bu durumda; davacı tarafından, 29.06.2013 tarihinden itibaren otuz gün içerisinde haczin kaldırılması talebinin zımnen reddine ilişkin işlemin iptali istemi ile dava açılması gerekirken bu süre geçirildikten sonra 12.12.2013 tarihinde tesis edilen haciz işleminin iptali istemiyle açılan davanın süre aşımı nedeniyle reddedildiği anlaşılmıştır.

Davacının banka hesabı üzerine haciz uygulanmasıyla söz konusu banka hesabı üzerindeki tasarruf haklarını kısıtlamak suretiyle menfaati ihlal edilmiştir. Söz konusu kısıtlılığın yargı yerince iptal edilmediği veya idarece kaldırılmadığı sürece davacıların menfaat ihlalinin devam ettiği ve haczin etkisini sürdürdüğü açıktır. Dolayısıyla, haczin kaldırılması istemiyle açılan davada, davacının maaşından her ay kesinti yapılmak suretiyle menfaat ihlali yenilenerek devam ettiğinden, uyuşmazlığın esası incelenerek karar verilmesi gerekirken davayı 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 15/1-b maddesi uyarınca ve süre aşımı nedeniyle reddeden mahkeme kararında hukuka uyarlık görülmemiştir. (Danıştay 9. Dairesi – Karar : 2015/534).

İdarenin Takdir Yetkisinin İşlemin Amacı Bakımından İptal Davası Açılması

Dava; G… Eğitim ve Araştırma Hastanesi M… Polikliniğinde diyet uzmanı olarak görev yapan davacının, hazırladığı diyetlere müdahale eden doktorlar hakkında işlem yapılması talebinin reddine dair İstanbul Valiliği İl Sağlık Müdürlüğü’nün 19.04.2011 tarih ve 129248 sayılı işleminin iptali istemiyle açılmıştır. İstanbul 3. İdare Mahkemesince, davacının şikayetinin idarece dikkate alındığı ve gerekli incelemenin yapıldığı, akabinde ise şikayet konusu fiilin ceza gerektirir nitelikte olmadığı yönünde sonuca ulaşılmasını müteakip davacıya konu ile ilgili dava konusu edilen işlemle bilgi verildiği ve disiplin cezası verilip verilmemesi yönünde de idarenin iç işleyişine ilişkin bir durum söz konusu olduğu görülmekte olup, bu bağlamda dava konusu işlemin idari davaya konu kesin ve yürütülmesi gereken bir işlem niteliğinde bulunmadığı gerekçesiyle davanın incelenmeksizin reddine karar verilmiştir.

İdari işlem, idari makamların kamu gücü ve kudreti ile hareket ederek, kamu hukuku alanında yaptığı tek yanlı ve kesin, doğrudan uygulanabilir işlemdir. İdari işlemin en belirgin özelliği, ilgilinin isteğine bağlı olmaksızın, idarenin tek yanlı iradesi ile ilgilinin hukuksal durumuna etki yapabilmesidir. İdarenin, kişilerle olan ilişkilerinde sahip olduğu kamu gücü ve kudretini yanına alarak hareket etme üstünlük ve ayrıcalığı karşısında, kişilerin sahip olduğu tek güvence “etkin bir yargısal denetimin varlığıdır.

Davacının şikayeti üzerine sağlık mensubu hakkında işleme konulmamasına ilişkin olarak kurulan işlemin; davalı idarece kamu gücü kullanılarak takdir yetkisi içinde kurulması ve hukuksal sonuç doğurması nedeniyle tüm unsurları ile idari işlem olduğuna, incelenebileceği başka bir idari birim veya yargı mercii kalmadığına ve bu nitelikte bir işleme yargı yolunu kapayan bir yasa hükmü bulunmadığına göre, Anayasanın 36. maddesinde öngörülen “hak arama özgürlüğü” ve 125. maddesinde öngörülen “idarenin her türlü eylem ve işlemlerine karşı yargı yolunun açık olduğu” ilkeleri uyarınca davaya konu edilebileceği tabiidir.

Takdir yetkisi kullanılarak kurulan işlemin, yargı yolu kapatılmamış tüm idari işlemler gibi, açılan bir dava sonucunda amaç yönü ile hukuka uygunluğunun denetlenebilmesinin Anayasa ve 2577 sayılı Yasa gereği olduğu, sözü edilen denetimin ise ancak idari yargı yerlerince yapılacağı açıktır. Bu durumda davacının, ilgili doktorlar hakkındaki şikayetin reddine dair İl Sağlık Müdürlüğünün 19.04.2011 tarih ve 129248 sayılı işleminin iptali istemiyle açılan davada, işin esasına girilerek bir karar verilmesi gerekirken, sözü edilen işlemin idari davaya konu olamayacağı gerekçesiyle davanın incelenmeksizin reddi yolunda verilen İdare Mahkemesi kararında hukuka uyarlık bulunmamaktadır (Danıştay 5. Dairesi – Karar : 2014/6653).

Vergi Mükellefiyeti Tesisi İşleminin İptali Davası

2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 2’nci maddesinde, idari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılan iptal davaları idari dava türü olarak sayılmış, yine aynı Kanun’un 10’uncu maddesinde ise, ilgililerin, haklarında idari davaya konu olabilecek bir işlem veya eylemin yapılması için idari makamlara başvurulabileceği, altmış gün içinde cevap verilmezse istemin reddedilmiş sayılacağı, ilgililerin altmış günün bittiği tarihten itibaren dava açma süresi içinde konusuna göre Danıştay’da, idare ve vergi mahkemelerinde dava açabileceği, altmış günlük süre içinde idarece verilen cevap kesin değilse ilgilinin bu cevabı istemin reddi sayarak dava açabileceği gibi, kesin cevabı da bekleyebileceği, bu takdirde dava açma süresinin işlemeyeceği, ancak bekleme süresinin başvuru tarihinden itibaren altı ayı geçemeyeceği, dava açılmaması veya davanın süreden reddi hallerinde, altmış günlük sürenin bitmesinden sonra yetkili idari makamlarca cevap verilirse cevabın tebliğinden itibaren altmış gün içinde dava açabilecekleri kurala bağlanmıştır.

213 sayılı Vergi Usul Kanunu’nun “Mükellefin Ödevleri” başlıklı ikinci kitabında mükellefiyete bağlı olarak yerine getirilmesi gereken yükümlülüklerle ilgili düzenlemelere yer verilmiş, Kanun’un 331 ve devamı maddelerinde de Vergi Kanunu hükümlerine aykırı hareket edilmesi halinde uygulanacak yaptırımlar belirlenmiştir. Bunun dışında, beyanname verilmemesi ve defter tutulmaması halleri, 213 sayılı Kanun’un 30uncu maddesinde resen tarh sebepleri arasında sayılmıştır.

Dosyanın incelenmesinden, 13.09.2005 tarihli yoklama fişiyle, davacı adına kayıtlı bir adet kamyon bulunduğunun ve bu kamyonu çiftçilik faaliyetinde kullandığının tespiti üzerine gerçek usulde zirai kazanç mükellefiyeti tesis edildiği, mükellefiyet tesisi üzerine davacı tarafından 2013 yılı Ekim ayına kadar katma değer vergisi ve 2005 ila 2012 yıllarına ait gelir vergisi beyannamelerinin verildiği, 03.06.2013 günlü başvuruyla mükellefiyetinin 01/01/2005 tarihinden itibaren kaldırılması talebinde bulunulduğu ve bu başvurunun İdarece reddi üzerine bakılan davanın açıldığı anlaşılmıştır.

Vergi Mahkemesince, mükellefiyetin davacı tarafından 26.12.2003 tarihinde davalı idareye yapılan başvuru sonucu tesis edilmesi ve hiçbir ihtilaf yaratılmadan kanunen verilmesi gereken beyannamelerin 2013/Ekim dönemine kadar verilmesi nedeniyle bu dönemlere ilişkin mükellefiyetin kesinleştiği belirtilerek dava reddedilmiş ise de, davaya konu 04/06/2013 günlü ve 12667 sayılı işlemin içeriğinden, mükellefiyetin başvuru üzerine değil 13.09.2005 tarihli yoklama fişine dayanılarak 26.12.2003 tarihi itibarıyla re’sen tesis edildiği sonucuna varılmıştır.

Öte yandan, mükellefiyet tesisine ilişkin işlem, İdarenin tek taraflı iradesiyle tesis edilen tek yanlı bir idari işlem niteliğinde olup, tesis edildiği andan itibaren muhataba bir takım vergisel yükümlülükler yüklemek suretiyle hukuki durumunda değişiklik yaratmaktadır. Bu itibarla, rızasına bağlı olmaksızın, tesis edildiği an itibarıyla kesin ve icrai bir işlem niteliğinde bulunan mükellefiyet tesisine ilişkin işlem üzerine, davacının mükellefiyetin gerektirdiği yükümlülükleri yerine getirmiş olmasının işleme kesinlik kazandırdığından söz etmeye olanak bulunmamaktadır.

Yukarıda anılan Kanun hükümleri uyarınca vergi mükellefiyetinin tesis edilmesi üzerine çeşitli yasal yükümlülüklerin yerine getirilmesi zorunlu olup, davacının zamanaşımı süresi içerisinde, mükellefiyete ilişkin ödevlerin yerine getirilmemesine bağlı yaptırımlara ve re’sen tarh muamelelerine muhatap olabileceği de dikkate alındığında, mükellefiyet devam ettiği sürece bu yükümlülüklerin etkisini devam ettirdiği hususunda tereddüt bulunmamaktadır.

Buna göre davacının, mükellefiyet kaydı devam ettiği sürece her zaman davalı idareye başvurarak İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun yukarıda anılan 10. maddesi kapsamında bir işlem tesis edilmesini istemesi, istemin reddi halinde ise 10. maddede öngörülen usule uygun olarak idari yargıda dava açması mümkündür.

193 sayılı Gelir Vergisi Kanunu’nun 53’üncü maddesinde çiftçilerin elde ettikleri zirai kazançların, bu Kanun’un 94’üncü maddesine göre hasılatları üzerinden tevkifat yapılmak suretiyle vergilendirileceği; 54’üncü maddede yazılı işletme büyüklüğünü aşan çiftçiler ile biçerdövere veya bu mahiyetteki bir motorlu araca veya on yaşına kadar ikiden fazla traktöre sahip olan çiftçilerin kazançlarının gerçek usulde tespit olunarak vergilendirileceği hükme bağlanmıştır.

Buna göre, anılan Kanun’un 54’üncü maddesindeki işletme büyüklüğünü aşmayan zirai işletmeye sahip bir çiftçinin gerçek usulde zirai kazanç usulüne göre vergilendirilebilmesi için işletmeye dahil etmek koşuluyla on yaşına kadar iki traktöre veya biçerdövere ya da biçerdöver mahiyetinde bir motorlu araca sahip olması gerekmektedir.

Davacının zirai faaliyetinde kullandığı tespit edilen kamyon, 193 sayılı Kanun’un 53’üncü maddesinde sayılan araçlardan olmadığı gibi, kullanım amacı itibarıyla biçerdöver mahiyetinde değerlendirilmesi de mümkün olmadığından, söz konusu araç nedeniyle davacı adına tesis edilen gerçek usulde zirai kazanç mükellefiyetinin kaldırılması talebinin reddine ilişkin işlemde ve re’sen yapılan gelir vergisi tarhiyatında yasal isabet görülmemiştir (Danıştay 4. Dairesi – Karar : 2014/4385).

İptal Davalarında Menfaat İhlali Şartı

Dava; Antalya Adliyesinde zabıt katibi olarak görev yapan ve Adalet Bakanlığı tarafından ilan edilen görevde yükselme eğitimi ve sınavına kabul edilerek söz konusu sınavda başarılı olan davacının, yazı işleri müdürlüğü kadrosuna atanmamasına ilişkin işlem ile söz konusu kadrolara A.R, B.T,C.M ve K.L’nin atanmasına ilişkin işlemlerin iptali istemiyle açılmıştır.

2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 2. maddesinin 1. fıkrasının (a) bendinde, iptal davalarının menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılabileceği hükme bağlanmıştır. Menfaat ihlali koşulu, iptal davalarının kabulü ve dinlenebilmesi için aranılan koşullardan biridir. Gerek doktrinde, gerekse yargı içtihatlarında bu koşul, subjektif ehliyet koşulu olarak kabul edilmekte; ne tür bir menfaat ihlalinin gerçek ve tüzel kişilere iptal davası açma yeterliğini sağladığını gösterecek ilişki, kural olarak iptal davasına konu olan kararın niteliğine göre saptanmaktadır. Genelde, meşru ve güncel bir menfaatin varlığı ve bunların ihlali, menfaat ilişkisinin kurulmasında yeterli sayılmakta ve bu husus davanın niteliğine ve özelliğine göre idari yargı mercilerince belirlenmekte; davacının idari işlemle ciddi ve makul, maddi ve manevi bir ilişkisinin varlığı, iptal davası açma ehliyeti için yeterli görülmektedir.

Atamalarının iptali istenilen kişilere ilişkin farklı itiraz ve gerekçelere dayanılmakta ise de 20 kişilik kadro için yapılan sınavda başarılı olarak 23. sırada yer alan davacı açısından, sıralamada önünde olan kişilerin atamalarının iptalini istemesinde, 20 kişilik kadro kapsamına girmesine olanak vermesi itibariyle, kişisel, meşru ve güncel bir menfaatin var olduğu açıktır.

Bu nedenle, İdare Mahkemesince, davanın A’nın atanmasının iptali istemi yönünden, işin esasına girilerek ilgilinin atama şartlarına sahip olup olmadığının hukuki denetiminin yapılması gerekirken, 2577 sayılı Yasa’nın 15-1/b maddesi uyarınca ehliyet yönünden reddine karar verilmesi yolundaki kararda hukuki isabet bulunmamaktadır. (Danıştay 5.Dairesi – Karar : 2014/3778).

Danıştayda Düzenleyici İşlemin İptali Davasında Menfaat İhlali

İptal davası; katma değer vergisi iadesi kontrol raporu uygulamasının iptali istemiyle açılmıştır.

Davayı inceleyen Danıştay Üçüncü Dairesi, 2575 sayılı Danıştay Kanununun 24’üncü maddesinin 1’inci fıkrasının (c) bendi ile 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 2’nci maddesinin (a) bendine göre, düzenleyici işlemlerin, ülke çapında uygulanması nedeniyle açılacak iptal davalarına Danıştay’da bakılacağının tabii olduğu ancak, iptal davasının görülmesi için idari işlemin, idari bir yetkinin kullanılması sırasında idareler tarafından tesis edilmiş ve hukuki sonuç doğuracak kesin ve doğrudan uygulanabilir nitelikte olması gerektiğini belirttikten ve 2577 sayılı Kanunun 14 ve 15’inci maddelerine değindikten sonra; ağaç ürünlerinden palet imali faaliyetinde bulunan davacının satış yaptığı … Bant Sanayi Ticaret Anonim Şirketinin talep ettiği katma değer vergisi iadesi nedeniyle düzenlenen katma değer vergisi iadesi kontrol raporu ile davacının sahte ve muhteviyatı itibarıyla yanıltıcı belge düzenleme fiili tespit edilen mükelleflerden mal aldığı yönünde uyarıda bulunulması üzerine davacıdan yapılan emtia alımlarının da şüpheli olduğundan bahisle kayıtlarından çıkarılmasının istendiği, bu durumun adı geçen şirket tarafından davacıya iletilmesi üzerine söz konusu mükelleflerden mal alışlarına ilişkin faturalarda yer alan katma değer vergileri çıkarılarak düzeltme beyannamesinin verilmesinden sonra katma değer vergi iadesi kontrol raporu uygulamasının iptali istemiyle görülmekte olan davanın açıldığı, iptali istenen idari işlemin, davalı idarece de belirtildiği üzere mükelleflerin sahte ve muhteviyatı itibarıyla yanıltıcı belge düzenleme riskinin ölçülmesi amacıyla geliştirilen bir ön işlem olduğu, henüz davacı veya diğer mükellefler hakkında bir inceleme yapılmamış ve icrai nitelikte nihai bir işlem tesis edilmediği görüldüğünden, kesin ve yürütülmesi gerekli nihai işlemin tesis edilmesi halinde bu işlemin iptali istemiyle açılacak idari davada, bu işlemle birlikte ve onun sebep unsuru olarak hukuka aykırılığın denetlenebileceği, bu itibarla, ortada davacının menfaatini etkileyen kesin ve yürütülmesi gereken bir işlem olmadığı sonucuna varılması nedeniyle davanın reddedilmesi hukuka aykırıdır (VERGİ DAVA DAİRELERİ GENEL KURULU KARARI – Karar : 2014/158).

Taşınmazların İmar Yolu ve Yeşil Alan İçin Bedelsiz Terki İşleminin İptali Davası

Dava, …İli, …İlçesi, …Mahallesi, … ada, … sayılı parselin eski maliki olan ve bu taşınmazı imar yolu ve yeşil alan olarak kullanılması için bedelsiz olarak terkeden davacının, 5 yıllık süre içinde terk amacına uygun olarak herhangi bir düzenleme yapılmadığı gerekçesiyle taşınmazının iade edilmesi istemiyle yaptığı başvurunun reddine ilişkin 26.12.2011 tarihli, 3243 sayılı işlem ile ifraz ve bedelsiz olarak yola terke ilişkin 14.10.2003 tarihli, 2003/330 sayılı belediye encümeni kararının iptali istemiyle açılmış, İdare Mahkemesince, davacının … parsel sayılı taşınmazı bedelsiz olarak terketmesi nedeniyle mülkiyet hakkının belediye lehine tapu siciline işlenmek suretiyle davacının uhdesinden çıktığı, bu nedenle iadesini talep ettiği uyuşmazlık konusu taşınmaz üzerinde tararruf imkanı ve mülkiyet bağı kalmadığından, davacının bu davayı açmakta menfaatinin bulunmadığı gerekçesiyle davanın ehliyet yönünden reddine karar verilmiş, bu karar davacı vekilleri tarafından temyiz edilmiştir.

Dosyanın incelenmesinden; …İli, …İlçesi, …Mahallesi, … ada, … sayılı kadastral parselin maliki olan davacı tarafından, davalı idareye başvuruda bulunularak, taşınmazına komşu … ada, … sayılı parsel ile birlikte tevhid edilerek, yola ve yeşil alana rastlayan kısımlarının bedelsiz olarak terkedilmesini istediği, bu başvurusunun …Belediye Encümeninin 14.10.2003 tarihli, 2003/330 sayılı kararı ile uygun bulunması üzerine …Tapu Sicil Müdürlüğünce davacıya ait 2.915,03 m² yüzölçümlü … sayılı parsel ile üçüncü bir kişiye ait 556.00 m² yüzölçümlü … sayılı parseldeki taşınmazların tevhid edilerek 3.471,03 m² yüzölçümlü olan … ada, … parselinin meydana getirildiği, daha sonra bu parselin ifraz edilerek 666.95 m² yüzölçümlü … ada … parselinin teşekkül ettirildiği, … parselinden artan 2.804,08 m² yüzölçümlü alanın ise tescil edilmeksizin “yol” ve “park alanı” olarak belirlendiği, … parselin eski maliki olan davacı tarafından imar yolu ve yeşil alan yapılması için tevhid ve ifraz yoluyla terk edilen taşınmaz üzerinde 5 yıllık süre içinde terk amacına uygun düzenleme yapılmadığı gerekçesiyle taşınmazının iadesi için 14.11.2011 tarihinde yaptığı başvurunun reddedilmesi üzerine bu davanın açıldığı anlaşılmaktadır.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, 15.1.2008 tarihli, Karaman – Türkiye Davasında (Başvuru no:6489/03) verdiği kararında, taşınmazın idareye bırakılması sırasında öngörülen amaca aykırı olarak, kamu yararına bir tesis yapılarak kısmen kullanılması nedeniyle taşınmazın geriye kalan kısmının iade edilmesine ilişkin talep hakkındaki ret kararını haklı görmemiş, taşınmazın iade edilmesini haklı kılan hiçbir kamu yararı amacı belirtmeyen kamu erkinin “yol” veya “yeşil alan” gibi kamu yararına tesisler yapılması için idareye bırakılan taşınmazların statüsünü belirleyen Kamulaştırma Kanunu’nun 35. maddesindeki, “malikinin muvafakatı ile kamu hizmet ve tesisleri için ayrılmış bulunan yerler için eski malikleri tarafından mülkiyet iddiasında bulunulamaz ve karşılığı istenemez.” şeklindeki düzenleme ile oluşturulan bir statüden faydalanılarak, taşınmazların idareye devri nedeniyle eski maliklerin mülkiyet hakkı veya tazminat talebi ileri süremeyecekleri yönünde yorumlanmasının, kamu yararının gerektirdikleri ile kişisel hakların korunması arasında hüküm sürmesi gereken adil dengeyi bozacak nitelikte olduğuna hükmetmiş, Kamulaştırma Kanununun 35. maddesinin uygulamasının 1 No’lu Ek Protokol’ün 1. maddesinin gerekleri ile bağdaşmadığından, sözkonusu hüküm ihlal edildiğini belirtmiştir.

Bu durumda; taşınmazlarını “imar yolu” ve “yeşil alan” olarak kullanılması için bedelsiz olarak davalı idareye terkeden davacının, 5 yıllık süre içinde terk amacına uygun olarak herhangi bir düzenleme yapılmadığı gerekçesiyle taşınmazlarının iade edilmesi istemiyle yaptığı başvurunun reddine ilişkin işlemin iptali istemiyle bu davayı açmakta menfaatinin bulunduğu açık olup, işin esası hakkında bir karar verilmesi gerekirken, aksi yöndeki mahkeme kararında hukuka uyarlık bulunmamaktadır (Danıştay 6. Dairesi – Karar : 2014/372)

Ödeme Emri Tebliğ Edilmeden Uygulanan Haczin İptali Davası

Ortağı olduğu limited şirketin vergi borçları nedeniyle sahibi olduğu taşınmaz ile bu taşınmazdan elde edilen kira gelirine uygulanan haciz işleminin iptali yönündeki karara yöneltilen temyiz istemini inceleyen Danıştay Üçüncü Dairesinin bozma kararına uyulmayarak verilen taşınmaza uygulanan haczin iptali yönündeki hüküm fıkrası vergi dairesi müdürlüğü tarafından temyiz edilmiştir.

Vergi mahkemesinin ısrar hükmü, borçluya ait olmayan malın mal bildiriminde gösterilmiş de olsa haczedilmesinin hukuka aykırı olduğu; şirket borcuna ilişkin herhangi bir ödeme emri tebliğ edilmeden şirket ortağı davacı bakımından kesinleşmiş olmayan borcun tahsili amacıyla şirket hakkında yürütülen cebri takibat aşamasında davacıya ait taşınmazın haczedilmesinin hukuki dayanağının bulunmadığı ve şirkete ödeme emri tebliği suretiyle borç kesinleşmeden uygulanan haciz işleminde hukuka uygunluk bulunmadığı gerekçesine dayanmaktadır.

Davacının ortağı olduğu limited şirket tarafından verilen ve hacze konu taşınmazı kapsayan mal bildiriminin daha önce uygulanan hacze hukuken dayanak olması mümkün olmadığından, uyuşmazlığın çözümünde haczin şirket hakkında yürütülen cebri takibat kapsamında 6183 sayılı Kanun hükümlerine uygun şekilde gerçekleşip gerçekleşmediğinin esas alınması gerekir.

Gerçek bir teslim veya ifaya dayanmayan faturaların yasal defterlere aktarılması nedeniyle doğan ve 4811 sayılı Yasa kapsamında yapılandırılan borçların vadesinde ödenmemesi nedeniyle şirket adına 17.12.2004 tarihinde ödeme emri düzenlenmiş, ancak, yaklaşık üç yıl sonra 05.04.2007 tarihinde tebliğ edilmiş, bu arada 27.12.2004 tarihinde şirket ortağı olan davacının taşınmazına davaya konu haciz uygulanmıştır.

Ortağı olduğu limited şirketin vergi borçları nedeniyle davacı hakkında dava konusu haciz işleminden önce başlanmış ve yürütülen bir cebri takibatın bulunmadığı ihtilafsızdır.

Davacının, ortağı olduğu asıl borçlu şirkete tebliğ edilmiş bir ödeme emrine dayanmaksızın ve 6183 sayılı Yasa hükümleri kapsamında hakkında cebri takibata başlanmaksızın asıl borçlu şirketle ilgili takibat kapsamında taşınmazına uygulanan haciz işleminde, hukuka uygunluk bulunmamıştır. (VERGİ DAVA DAİRELERİ GENEL KURULU KARARI – Karar : 2013/204).

Vergiyi Fiilen Ödeyen Kişinin İptal Davası Açma Konusunda Menfaati

2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 2’nci maddesinin 1’inci fıkrasında, idari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılan iptal davaları idari dava türü olarak sayılmıştır.

3065 sayılı Katma Değer Vergisi Kanunu’nun 8’inci maddesinin 1’inci fıkrasının ( a ) bendinde, mal teslimi ve hizmet ifası hallerinde bu işlemi yapanların katma değer vergisinin mükellefi olduğu belirtilmiştir. Ancak, katma değer vergisinin yansıtmalı bir vergi türü olması ve yansıtılabilirlik özelliği nedeniyle, asıl vergi yükü, bu vergiyi ödeyen ve indirim hakkı olmadığı için söz konusu vergi yükü davacı üzerinde kalmakta, verginin davacıdan tahsili suretiyle davacının mamelekinde meydana gelen azalma nedeniyle davacının menfaati etkilenmektedir.

Sadece vergiyi tahsil edip vergi dairesine yatıran kişinin dava açma ehliyetinin bulunduğu, vergiyi fiilen ödeyen ve verginin getirdiği mali yüke katlanan davacının ise bu vergi ile ilgisinin olmadığını kabul etmek, mükellefiyet kavramı ile bağdaşmayacağı gibi, 2577 sayılı Kanunun 2’nci maddesinde öngörülen menfaat ihlali durumda dava açılmasına olanak tanıyan düzenlemeyle ve anılan İçtihadı Birleştirme Kurulu Kararıyla bağdaştırılamaz.

Bu nedenle, Başbakanlık Arsa Ofisi Genel Müdürlüğünden taşınmaz satın alan davacının satış bedeli üzerinden ödemek zorunda kaldığı vergiye karşı açtığı davada ehliyeti bulunduğundan, Vergi Mahkemesince, katma değer vergisinin mükellefi olmayan ve vergiye nihai olarak katlanan davacı tarafından açılmasının mümkün olmadığı gerekçesiyle davanın ehliyet yönünden reddine karar verilmesinde hukuka uyarlık görülmemiştir. (Danıştay 4. Dairesi – Karar : 2013/3293).

Öğrencisilerini Darp ve Hakaret Eden Öğretmene Verilen Disiplin Cezasının İptali Davası

Dava, davacının … İlköğretim Okulu 3/A sınıfı öğretmeni olarak görev yapmakta iken işlediği iddia edilen fiiller sebebiyle 1 yıl kademe ilerlemesinin durdurulması cezası ile cezalandırılmasına dair 21.09.2011 tarih ve 2011/97 Sayılı işlemin iptali istemiyle açılmıştır.

Anayasanın 38. maddesindeAnayasanın 38. maddesinde cezaların ve suçların şahsi olacağı hüküm altına alınmıştır. Cezaların ve suçların şahsiliği ilkesi, herkesin kendi fiilinden sorumlu olması, cezanın yalnız suç işleyenlerle iştirak edenlere ceza verilmesi, suça katkısı olmayanlara ceza sorumluluğu yöneltilmemesidir. Disiplin soruşturmalarına da yön veren cezaların ve suçların şahsiliği ilkesi; hangi fiilin kim tarafından, nerede, ne zaman ve nasıl işlenildiğinin bilinmesini, ithama maruz kalan kişinin sorumluluğunun ne ölçüde olduğunun ortaya konulmasını zorunlu kılmaktadır.

Ayrıca, disiplin soruşturmalarında, hakkında soruşturma yürütülen kişilere suçlama yöneltilirken; isnat olunan eylemlerin bir takım hesaplamalara, varsayım temelli kabullere dayalı olmaksızın her türlü şüpheden uzak, somut, kesin, yeterli ve inandırıcı delillerle, tam bir vicdani kanaat oluşturacak şekilde ortaya konulmasını gerekmektedir.

Öte yandan, idare tarafından eylemler somutlaştırılmadan ve kişiselleştirilmeden işlem tesis edilmesi, davacının işlediği iddia edilen eylemler karşılığında haklılığını ortaya koyabilecek, disiplin suçunu işlemediğini kanıtlayacak deliller ortaya koymasını, yani savunma yapmasını imkansız hale getirdiği gibi, disiplin cezasının hukuka uygunluk denetimini yerine getirecek yargı yerinin hakkaniyete uygun ve sağlıklı bir yargılama yapma imkanını da ortadan kaldırmaktadır.

Dosyanın incelenmesinden, davacı hakkında hazırlanan 30.05.2011 tarih ve 17 Sayılı soruşturma raporunda, okul idarecilerinin, öğrencilerin ve öğrenci velilerinin ifadelerine göre davacının öğrencileri dövdüğü, hakaret ettiği baskı ve tehdit uyguladığı hususlarının sübuta erdiğinden bahisle 657 Sayılı Kanun’un 125/D-l maddesi uyarınca 1 yıl kademe ilerlemesinin durdurulması cezası ile tecziyesinin teklif edildiği, getirilen teklif doğrultusunda tesis edilen davaya konu işlemin iptali talebiyle görülmekte olan davanın açıldığı anlaşılmaktadır.

Bakılan davada, davacı hakkında 2 öğrenci velisi tarafından verilen şikayet dilekçesinde geçen davacının öğrencileri dövdüğü, hakaret ettiği baskı ve tehdit uyguladığı hususlarını araştırmak üzere soruşturma açıldığı, soruşturmacı tarafından öğrenci velileri ve idarecilerin ifadeleri alındığı ve rehber öğretmen nezaretinde öğrencilere anılan iddialarla ilgili sorular sorularak istatistik şeklinde bilgiler elde edilerek soruşturmacı tarafından davacıya isnat edilen fiillerin sabit olduğu sonucuna ulaşılarak işlem tesis edildiği anlaşılmakta ise de, iddiaların açıklığa kavuşturulması için soruşturma kapsamında alınan ifadelerde geçen “dövdüğü, tehdit ederek baskı yaptığı” şeklinde olan ve somut olayda yer ve zaman içermeyen ifadelere dayanarak davacı hakkındaki iddiaların sübut bulduğunun belirtildiği, davaya konu işlemde de davacı hakkındaki iddiaların sübuta erdiğinden sözedilerek soruşturma raporunda getirilen teklif doğrultusunda davacının davaya konu disiplin cezasıyla cezalandırıldığı görülmektedir.

Bu durumda, davaya konu disiplin cezasına dayanak gösterilen eylemlere dair isnatların soyut olduğu, dolayısıyla isnat edilen eylem belirli bir olaya dair olmadığı gibi, kimin hangi eylemlerden, ne ölçüde sorumlu olduğu, açıkca, her türlü şüpheden uzak, somut, kesin, yeterli ve inandırıcı delillerle tam bir vicdani kanaat oluşturacak şekilde ortaya konulmadığından, eksik soruşturmaya dayalı davaya konu disiplin cezasında hukuka uyarlık, yukarıda açıklanan hususlar dikkate alınmadan davanın reddi yolunda hüküm kuran idare mahkemesi kararında hukuki isabet görülmemiştir. (Danıştay 12. Dairesi – Karar: 2016/408).

Dilekçenin Reddi Kararı ve İptal Davası Açma Süresinin Başlangıcı

2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Yasasının 9. maddesine göre, adli ve askeri yargı yerlerinde açılan davaların görev yönünden reddi üzerine, 2577 sayılı Yasanın 3. maddesine uygun biçimde dava dilekçesi düzenlenip, idari yargıda dava açılması mümkündür.

Olayda, adli yargı mercilerinin vermiş olduğu kararla davacıyı yanlış yönlendirmiş olması ve davacının da anılan karar doğrultusunda hareket etmesi karşısında, idare mahkemesince, davacı tarafından, dava dosyasının idari yargı yerine gönderilmesi istemiyle verilen dilekçe esas alınıp, dilekçe ret kararı verilerek, hakkaniyete uygun olarak davacıya 2577 sayılı Yasanın 3. maddesine göre dava dilekçesi hazırlama olanağı tanınması gerekirken, bu yöntem izlenmeyerek dosyanın esas kaydı kapatılmış ve dosya Ankara 3. Sulh Ceza Mahkemesine iade edilmiştir. Bu durumun, yargı kararı doğrultusunda hareket eden davacının verdiği dilekçenin hiç dikkate alınmaması sonucunu doğuracağı, bunun da davacının hak arama özgürlüğünü ağır biçimde zedeleyeceği açıktır. Bu itibarla, davacının, dosyanın esas kaydının kapatılması yolundaki Ankara 1. İdare Mahkemesi kararını temyiz etmeden açtığı bu davada, dava açma süresi hesaplanırken, Anayasa’nın 40. madde hükmünün dikkate alınması gerekmektedir. Buna göre, adli yargı mercilerince verilen kararlardaki yükümlülüklerini yerine getirerek, davanın idare mahkemesinde bakılmaya devam edilmesi iradesini ortaya koyan davacının açtığı bu davada, 2577 sayılı Yasanın 9. maddesinde öngörülen otuz günlük dava açma süresinin başlangıcı olarak, dosyanın esas kaydının kapatılarak Ankara 3. Sulh Ceza Mahkemesine iade edilmesi yolundaki Ankara 1. İdare Mahkemesi kararının davacıya tebliğ edildiği 2.9.2008 tarihinin esas alınması gerektiği sonucuna ulaşılmaktadır. Bu durumda, 2.9.2008 tarihinden itibaren 2577 sayılı Yasanın 9. maddesinde öngörülen otuz günlük dava açma süresi içerisinde, 24.9.2008 tarihinde açıldığı anlaşılan davanın süresinde olduğunun kabulü gerektiğinden; davanın süre aşımı nedeniyle reddi yolunda verilen idare mahkemesi kararında hukuki isabet bulunmamaktadır (Danıştay 10. Daire- Karar: 2009/73139.

İdari İşlemlere karşı açılan iptal davası; işlemin yetki, sebep, şekil, konu ve amaç açısından hukuka aykırı olup olmadığının değerlendirilmesini gerektirdiğinden iptal davasının bir idare hukuku alanında tecrübeli bir avukat tarafından açılmasında yarar vardır.

Av. Serhat ARASAN

Hukuki sorunlarınız için 0533 373 10 10 nolu danışma hattımızı arayabilir veya İletişim Formu 'ndan bize yazabilirsiniz.